Mustafa Cırık

Sedyede bir adam var. Yaşıyor mu yaşamıyor mu belli değil. Üzeri örtülü, hiçbir ses, kıpırtı, nefes yok. İnsan düşünmüyor değil aslında. O sedyede yatan kişi ben de olabilirdim. Nefesim bitmiş olabilirdi, bu dünyadaki süremi tamamlamış olabilirdim. Çok değil; sadece otuz saniye tefekkür etmek yeter de artar bile…

Evet...

Ölüme ne kadar da uzağız. Sanki hiç ölmeyeceğiz gibi; böyle bir elimiz yağda, bir elimiz balda yaşayıp gideceğiz. Gören de dünyanın sahibiyiz zanneder. Şu sedyede yatan kişi de aynısını düşünüyordu birkaç saat önce şüphesiz. Ama öyle olmadı, işler yolunda gitmedi. Onun istediği gibi olmadı. Ne kadar da güçsüzmüşüz değil mi? Ne kadar da çaresiz…

Ölüm ansızın geliyor dostlar. Habersiz, sessiz…

Arkamızdan ağlayanlar olacak belki; bir gün, iki gün, üç gün… Sonra normal yaşantıya devam edilecek. Herkes kendisinden sorumlu, yaptıklarının hesabını kendisi verecek. İnsan kendisi ile ve yaptıkları ile baş başa kalacak. Azrail (as)’in gelmesi ve “Selam” ile görevini yerine getirmesi için her geçen gün zaman daralıyor. Yani zaman aleyhimize işliyor. Zamanı lehimize çevirmek ise elimizde aslında. Zamanın kısaldığını ve aleyhimize işlediğini görebilmek, hissedebilmek zamanı lehimize çevirebilmek için birinci kural olsa gerek. Gerisi de zaten gelecektir bi-iznillah.

Bir metrekarelik alanda bir cenaze ile birlikte yolculuk ediyoruz. Bak zaman nasıl da geçiverdi. Bir kat daha aşağı indik sessizce ve çaresizce. Ömrümüz kat kat aşağı inerken biz neredeyiz? Nelerle meşgulüz? Peki, nereye gidiyor bu ceset? Yatacak bir yeri var mı? Kendisi için bir hazırlığı var mı? Çukura mı atılacak yoksa güllerle donatılmış bir bahçeye mi varacak? Gidiş nereye? Soralım bakalım.

İşte hayat; bu asansör gibi akıp gidiyor genç kardeşim. Sen istesen de istemesen de gidiyor. Durdurmak elimizde değil. Ayak uydurmaktan başka çaremiz yok. Zamana ayak uydurabiliyor muyuz? Onun hızına yetişebiliyor muyuz? Günler, haftalar, aylar, yıllar geçerken kendimiz için neler yapabildik? Bohçamızda neyimiz var? Artılarımız mı fazla eksilerimiz mi? Ne kadar hazırız?

Daha çok gencim diye düşünme sakın; önümde çok uzun yıllar var deme. Bilemezsin. Bir de bakmışsın ki vakit gelmiş, zaman bitmiş. “Eyvah” demeden zamanın değerini bilelim, boş ve gereksiz işlerle meşgul olmayalım. Derken bir kat daha indik. Birazdan ona son görevimizi yerine getireceğiz. “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun” diyeceğiz hep bir ağızdan. Sevenleri de gelecek, sevmeyenleri de. Çünkü bu son görev. Omuzlarına alacaklar, sonra helallik istenecek. Hakkınızı helal ediyor musunuz? Helal olsun denecek. Sonra varacağı yer; dünyada kendisi için hazırladığı yer olacak. Kendimiz için ne hazırladıysak o. Nasıl bir yerde bulunmak istiyorsak orası için çaba harcamalı ve orayı kazanmak için uğraşmalıyız. Hiç kimsenin, hiç kimseye bir faydasının olmayacağı o gün için “azık” hazırlama çabası içinde olalım dostlar.

Ölümün yaşı yok. Her an hazır olabilmek. “Hoş geldin” dendiğinde, gülümseyerek “Hoş bulduk” diyebilmek…


GENÇ'ın Yazısı.