"Bizi dosdoğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanlarınkine, sapıklarınkine değil."

Kur’ân-ı Kerim, duygu, düşünce ve inanç dünyamızı yeniden ve doğru bir şekilde inşa ettiği gibi, hayatımızın hemen her alanını da aynı hassasiyetle tanzim etmek üzere indirilmiş Yüce bir hidâyet rehberidir. İnsan, ihtiyaç ve zaruret sıralamasında bile kendine bırakılacak olsa, çoğu zaman lüzumsuz isteklerini öne geçirir ve büyük kayıplar yaşar. Zaman yönetimine dair kitaplara baktığımız zaman, önemli işlere öncelik vermek her şeyden önce hayatı doğru bir değerlendirmeye tabi tutmak gerektiği anlatılır. Hedefler ve öncelikler doğru belirlenmezse, önemsiz işlerin zamanımızı bütünüyle işgal edeceği anlatılır. Neticede de büyük imkânların, fırsatların ve hazinelerin heder olup gideceğine dikkat çekilir.

Güç, kudret ve imkânlar açısından tamamen Rabbine muhtaç bir insan için en büyük imkân ve fırsat, dua ve isteklerine karşılık vereceğini açıkça vaad eden her şeyin sahibi ve her şeye kâdir Yüce bir Rabb’in varlığına îmândır. Her şeyin hazinesi kendi katında olan ve kuluna merhameti sonsuz olan Yüce Allah’tan, her şeye muhtaç bir kul, en öncelikli olarak ne istemelidir? İşte Rahmân ve Rahîm olan Mevlâmız burada da kullarına yol gösteriyor.

Fâtihâ Sûresi’nde “Ancak San’a kulluk eder ve yalnız Sen’den yardım dileriz” ifadesiyle Rabbimize kulluk sözümüzü arz ettikten hemen sonra, O’ndan istenecek ve yalnız O’nun kudretiyle gerçekleşecek olan en yüce nimete de şöyle işaret ediliyor:

“Bizi dosdoğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet (hidayet et), gazaba uğrayanlarınkine, sapıklarınkine değil.” (Fatiha Sûresi, 6-7)

İnançta, fikirde, duygu ve davranışta, hülâsa hayatın her alanında, Hak ve hakikat değerleri çerçevesinde kalabilmek ve bunu sürdürebilmek, ancak ilâhî hidâyetin imdâdımıza yetişmesiyle mümkündür. Kendi aklımız, bilgi birikimimiz, tecrübelerimiz, imkânlarımız hayatı doğru bir şekilde sürdürmek için gereklidir ve fakat yeterli değildir. Bu sınırlı imkânlarla saptırıcı şeytanlara ve şeytânî fikirlere karşı, şahsî donanımız hiçbir zaman kifâyet etmez. Rabbânî bir hidâyete (tevfike), O’nun elimizden ve yüreğimizden tutmasına ihtiyaç vardır ve daimîdir.

Evet, Kur’ân-ı Kerim hak ve batılın ne olduğunu açıklayan bir hidâyet rehberi, bir yol haritasıdır.

Allah Resûlü, sırat-ı müstakîm’i, kişiyi cennete ve ilahi rızaya götürecek yolu gösteren şerefli bir önder ve rehberdir.

Fıtratımız, vicdanımız, firasetimiz, aklımız ve gönlümüz hakikati fısıldayan yardımcılarımızdır.

Bütün bu hidâyet türleri, doğru yolun ne olduğunun bilgisini veren beyan ve irşâd hidayetidir. Doğru yola iletmek ve o yolda dosdoğru yürümeye iktidar ve imkân bulmak ve neticede bu yolda muvaffak olmak, daha husûsî bir hidâyet ister ki, işte hidâyetin bu çeşidine dini literatürde “tevfîk” adı verilir. Böyle bir hidâyete nail olmak, daha özel bir ikram-ı ilâhîdir ve bu ihsan, Rabbimizden sürekli talep edilmelidir. Nitekim Allah Resûlüne hitaben şöyle buyrulmuştur:

“Doğrusu sen sevdiğine hidâyet veremezsin ve lâkin Allah, kimi dilerse hidayet verir ve hidayete erecekleri o, daha iyi bilir” (Kasas Sûresi, 56)

Burada bahsedilen hidayet “tevfîk” anlamındaki hidayettir. Zira Hak yolun ne olduğunu beyan anlamında hidâyetle ilgili olarak da şöyle buyrulmuştur:

“…Şüphesiz ki sen doğru bir yolun rehberliğini yapıyorsun (o yola hidayet ediyorsun).” (Şûrâ Sûresi, 52)

Öyleyse hem beyan (açıklama) vazifesi gören hidâyet ışıklarından tam bir şekilde istifade etme adına büyük bir isteğe ve gayrete sahip olmak ve hem de onları yeterli görmeden ilâhî hidayeti Rabbimizden sürekli niyaz etmek durumundayız.

İnançta, fikirde, duygu ve davranışta, hülâsa hayatın her alanında, Hak ve hakikat değerleri çerçevesinde kalabilmek ve bunu sürdürebilmek, ancak ilâhî hidâyetin imdâdımıza yetişmesiyle mümkündür.

Büyük âriflerimizden İmâm Şarânî bu konudaki bir tecrübesini şöyle anlatır:

“Şahsen büyük istek ve arzuma rağmen oğlum Abdurrahman’ı, bir türlü okumaya ısındıramamıştım. Ne yapacağımı düşünürken Cenab-ı Hak, kalbime şu ilhamı verdi: «Bu Allah’ın tevfîkı ile olabilecek bir şeydir, benim gücüm ve iktidarım buna yetmez; tefviz-i umûr (işin neticesini Hakk’a havale) etmeliyim». Evet, içime böyle doğdu ve böyle yaptım. Aynı gecenin sabahında bir de ne göreyim, Abdurrahman kendiliğinden derse çalışıyor. O günden itibaren ilmin zevk ve tadını tatmaya başladı. Anlayışı da öylesine gelişti ki, kendisinden senelerce evvel ilim tahsiline başlayanlara bile üstünlük göstermeye başladı. İşimi Allah’a tefviz etmem sebebiyle Allah da beni ıstıraptan kurtardı. Cenab-ı Hak onu, ilmiyle âmil âlimlerden eylesin. Âmîn.

Aliyyül-Havvâs –rahmetullahi aleyh- de şöyle der:

“İlmiyle âmil âlimlerin çocukları hakkında yapacakları en faydalı şey, işlerini Allah’a ısmarlamak (tefviz-ı umûr etmek) ve onlar için dua etmektir. Hocam Şeyh Ahmed Zâhid, her halvete çekilişinde, çocuğunu da kırk gün halvette bırakırdı. Yine de ona manevî sırlar açılmazdı. O derdi ki : «Ey yavrum, iş benim elimde olsa, kimseyi senin önüne geçirmezdim»”.

Büyük müfessir Elmalı’lı Muhammed Hamdi Yazır, “Tefvîz-ı umûr” meselesinin yanlış anlaşılmamasını ihtar ederek der ki: “Tefvîz-ı vazife” değil “Tefvîz-ı umûr” etmeli. Yani “tefviz-ı umûr” üzerimizde yapmamız gereken vazife ve sorumlulukları Hakk’a yüklemek değil, onların neticesini yaratma ve nasip etme bakımından Rabbe bırakmak ve bu ince edebi ve hassasiyeti görmezden gelmemektir.

İşte Rabbimizden isteyeceğimiz en yüce istek: Bizi “sırat-ı müstekîm”e hidâyet etmesi, onda sebat vermesi ve muvaffak kılmasıdır. Sırat-ı müstakîm, “Allah’ın kendilerine nimet verdiği, peygamberlerin, sıddîkların, şehidlerin ve sâlihlerin” yaşadığı hayat tarzıdır. (Nisâ Sûresi, 69) Kur’an böyle bir yolun kitabı, Allah Resûlü de böyle bir yolun peygamber olarak en son rehberidir. Peygamberlerin bu mirasını en güzel temsil edenler de, Hakk’a ve O’ndan gelene tam bir sadakatle teslim olan sıddîklar ile kalb-i selîme erişip de tüm amel ve davranışlarıyla hem kendilerine hem de etraflarına karşı faydalı ameller ortaya koyan sâlihlerdir. İşte Rabbimizden en yüce dileğimiz, bizi bu yolla buluşturması, bu öncülere arkadaş kılmasıdır.


Adem Ergül 'ın Yazısı.