Toprağın Isıttığı Sular
İşgal sonrası Romalılar unutulduğunda 25 pounda satıldı şehir. Ortaçağda Avrupa hastalıktan kırılırken fakirler iyileşmek için toprağın ısıttığı suda buldu şifayı. Somerset’in asil şehri Bath adını Roma banyolarından aldığında İngilizlerindi.
Yerden çıkan kaynar sular ortaçağda asillerin oyun alanı, geçmişte ise büyücülerin kazanı oldu. Keltler için kaplıcalar önemliydi, kutsaldı sıcak sular. Tanrıça Sulis’e adanan tapınak hamama dönüştüğünde birçok sır toprağa gömüldü. Duvarların arasında dolaşan sıcak buhar binayı ısıttığında asil halk eğlenceye daldı. Toprağın kaynattığı sular saçlardan süzülüp aktı. Lir’in sesi taş duvarlarda yankılandığında esirler çanaklardaki meyveleri sundu asillere. İşgal sonrası Romalılar unutulduğunda 25 pounda satıldı şehir. Ortaçağda Avrupa hastalıktan kırılırken fakirler iyileşmek için toprağın ısıttığı suda buldu şifayı. Somerset’in asil şehri Bath adını Roma banyolarından aldığında İngilizlerindi.
Yüzlerce yıl sonra otuz bin roma sikkesini bulan kâşifin zafer çığlığı duyuldu aynı taş duvarlarda. Bugün sessiz hamam, sadece flaşlar patlıyor. Turistlerin suya değmesi, kırık mermer basamaklarda oturması yasak. Havuz bulanık. Çeşmeden akan su tatsız.
Avon vadisinin derinliklerine kireçtaşı tepelere kurulan bu şehir altın renkli taşlarla inşa edilmiş ve Victoria döneminin yansımalarını taşımakta. Nehri aşan kemerli köprüler kıyıları birbirine bağlarken şehrin ortaçağ görünümüne katkıda bulunuyor. Dar sokakları, müzeleri ve John Wood’un yaptığı ay ve güneş tapınaklarını andıran muhteşem apartmanlarıyla Bath muhakkak görülmesi gereken şehirler arasında. Mimar bu binaları tasarlarken Duraid tapınaklarından, Roma sütunlarından ve İngiltere kırlarındaki bitki ve hayvan figürlerinden yararlanmış. Yaz çiçekleri açmış İngiltere’de ama hava serin. Bulutlar her zaman gökyüzünde ıslatmaya hazır. Beş çayı, fish and chips (kızarmış balık ve patates) unutulmuş. Gençler kafelerde. Geleneksel yemeklerini kaybetmiş İngilizler. Sütlü çay Hindistan’ın tercihi olmuş. Bugün İngiltere’de en çok satılan yemek chikken tikka. (Baharatlı tavuktan oluşan bir Hint yemeği.) Londra’da kaldığım evin çevresi Lübnan, Hint ve İtalyan lokantalarıyla çevrili ve ben eski bir İngiliz kasabasında sokakta oturmuş odun kömüründe pişmiş şahane pizzamı ısırıyorum.
Festivallerde Bath en iyi şairini, şarkıcısını ve masalcısını ararken şehir daha da renkleniyor. Bugün kırlar zenginlerin şık malikâneleriyle dolu. İngiliz atları dolaşıyor çayırlarda. Oysa Shakespeare ve Tudor’s zamanında köyde doğanın şehre taşınmaya hakkı yoktu. Ticaret yapamaz, kendini geliştiremezdi.
Yemyeşil yollardan ilerleyip güneşe hasret adanın tarih öncesi kalıntılarına vardığımda yağmur başlamıştı. İngiltere’de çantamın ayrılmaz dostu olan şemsiye yine gün ışığına çıktı. Beni bu kadar uzağa getiren beş bin yıllık taşlar birçok efsanenin kahramanıydı ve Antik Çağ’ın bilgeliği karşımda duruyordu. Stonehenge kara bulutlarla kaplıydı. Şimşek çakıp, gök gürledikçe topraktan Duraid’ler çıkıp çocuklarını kurban etti. Oysa Keltler çok daha sonraları yaşamıştı ve bu efsane tarihsel olarak gerçekle uyuşmuyordu. Terk edilmiş uzay üssü dendiğinde inanmadım. Mezarlarla çevrili diyenlere toprak cevap verdi. “Dünya yüzünde bu kadar insana yatak olmayan bir karış toprak var mı?” Bildiğim tek gerçek ise kuzey doğu giriş kapısı en uzun günde güneşin doğduğu noktaya bakıyordu. Astronomi ve mevsim hareketleriyle bire bir uyumlu bu yapı insanda etrafında dönme isteği uyandırıyordu. Buradan binlerce yalvarış ulaşmıştı Allah’a. Kimi dönerek yalvarmıştı. Kimi kurban keserek, bir delikanlı sesini duyurabilmek için gürleyerek bağırmıştı, genç kızın tüm duaları bir damla gözyaşına sıkışmıştı ama insanoğlunun var oluşundan beri en büyük ihtiyacı inandığı tanrıya yakın olmaktı.
Hande Berra'ın Yazısı.