Kur`an`la Yol Bulanlar, Kur`an`la Yol Alanlar
Kur’an rehberliğinden (hidâyetinden) istifâdenin biricik anahtarı “muttakî” olmaktır. Yani takvâ sahibi olmak. Takvâ: Kendini ilâhî huzurda mahcup bırakacak ve Rabbin gazabını ve cezalandırmasını kendi üzerine çekecek her çeşit tehlikeye karşı, Rabbin çizdiği kulluk çerçevesinin içinde kalarak, ilâhî rızayı gözetme hassasiyetidir.
Kur’an-ı Kerim, Rabbimizin hususi hidâyetinin kelâmda tecellisi. Yani şu hayat sahnesinde rolümüzü doğru anlama ve yerine getirme kılavuzu. Aklı karışıklara, gönlü bulanmışlara, hayatı kararmışlara, yüceliklere yol bulmaya çalışanlara, parlak bir ilâhî kandil. Evet, bu yüce kelâm, kime ne söyler ve kim ondan ne alır, nasıl alır ve ne kadar alır? İşte bu sorulara verilmiş ilâhî cevap:
“Elif lâm mîm.
İşte Kitap! Şüphe yoktur onda. Rehberdir müttakîlere!
O muttakiler ki, gaybe (insan idrakini aşan olguların varlığına) inanırlar ve namazlarında dikkatli ve devamlıdırlar; kendilerine verdiğimiz rızıktan (hayır yolunda yalnız Hak rızası için) infak ederler.
Onlar sana indirilene de, senden önce indirilenlere de inanırlar.
Ahirete de kesin olarak inanırlar.
İşte onlar Rab’lerinden (gelen) bir doğru yol üzeredirler ve kurtuluşa erenler de işte onlardır.” ( Bakara Sûresi, 1-5)
Cevap açık: Kur’an rehberliğinden (hidâyetinden) istifâdenin biricik anahtarı “muttakî” olmaktır. Yani takvâ sahibi olmak. Takvâ: Kendini ilâhî huzurda mahcup bırakacak ve Rabbin gazabını ve cezalandırmasını kendi üzerine çekecek her çeşit tehlikeye karşı, Rabbin çizdiği kulluk çerçevesinin içinde kalarak, ilâhî rızayı gözetme hassasiyetidir. Allah’a karşı tazim, hürmet ve muhabbet hisleriyle dolu bir kulluk arzıdır. Canımızı cehenneme sürükleyecek her şeyden korunma titizliğidir. Daha ötede bizi aşağılara çeken her şeye karşı direnme ve yüceliklere taşıyacak olan her vesileye başvurma cehdi ve gayretidir.
Kur’an hidâyeti, diğer bir ifâdeyle ilâhî mesajların kılavuzluğu, özellikle yukarıda sayılan hassasiyet alanlarında kıpır kıpır kıpırdayan diri bir gönle sahip kimselere yöneliktir. Henüz böyle bir kıvamda olmasa bile sıdk ve sadakatle, varlığına bir anlam yükleme adına, samimi arayış içinde olanlara da bir hidâyettir. Hidâyetine hidâyet katmak isteyene, ulaştığı her bir mertebeden sonra daha ötesi yok mu diyene de tam bir rehberliktir. Yani takvâ duyarlılığının derecesi ve derinliği, istifadenin enginliğini ve ufuklarını belirleyen bir ölçü gibidir.
Dikkat edilecek önemli diğer bir nokta şudur: Takvâ cılız bir istek veya temenniden ibaret bir düşünce ya da duygu değildir. Onun dışa yansımaları, işâretleri ve alâmetleri vardır. Diğer taraftan bu işâret ve alâmetler, aynı zamanda takvânın oluşmasının ve derinleşmesinin de vesileleri gibidir. Bunlar şunlardır:
1- Duyularımızla ya da akıl ve idrâkimizle anlamaya ve ihata etmeye güç yetiremediğimiz ve fakat doğru ve emin bir elçi vasıtasıyla bildirildiği için gönülden kabul ettiğimiz esaslara, şüpheye düşmeden inanmak ve tam bir teslimiyet arzetmek. Kur’an bu hakikati “gaybe iman” diye isimlendirir. İlâhî kelâmı anlamanın ilk anahtarı budur. Yani ilâhî kelâma tam teslimiyet göstererek yaklaşmak. Yalnız aklımızın ya da duyularımızın sınırları içinde bir kabulle değil, aklın ve duyuların sınırlarını genişleten ve hatta aşan bir gönül teslimiyeti ile ilâhî âyetlerin yüce kapısında durmak. İşte o zaman Kur’an hidayetinin ilk ışıkları bütün haşmetiyle öz benliğimizi aydınlatmaya başlayacaktır. Takvânın ilk temelleri böyle atılacaktır.
2- Kulun Hakk’ın huzuruna kabulü ve O’nunla mülâkatı olan namaz ibâdetini, tam bir uyanıklık ve dikkatle yerine getirme hassasiyet ve azmi. Hem de sabır ve sebatla. Sûret ve öz bütünlüğü içinde. Tüm mü’minlerin ve hatta tüm varlığın namazlarına eşlik ederek, onlarla tam bir ülfet ve kaynaşmışlık içinde. Takvâ derinleştikçe bu mânâ daha da derinleşir ve enginleşir. Şöyle de demek mümkündür: Namaz derinleştikçe ve enginleştikçe takvâ da aynı oranda kökleşir ve dal budak salar. Denilebilir ki, gaybe imânla açılan Kur’an deryasında namazla büyük açılım başlamış olur.
3- Hakk’ın maddi ve manevî, görünen ve görünmeyen üzerimizdeki ihsan, ikrâm, imkân ve lütuflarını, yalnız kendimize hasretmeden; paylaşmak, ikram, ihsan ve infak etmek. Verdikçe artmak ve bereketlenmek. Verdikçe birre (hayrın zirvesine ve salih insan olma kıvamına) kavuşmak. Verdikçe, içimizin, duyularımızın ve kalbimizin açılması. İç enerji merkezlerimizin (letâiflerimizin) gözeneklerinin göz göz inkişâf etmesi. Böylece Kur’ân âyetlerinin kademe kademe derinlikli buudlarına muttali olmak suretiyle, nice nice hidâyet ışıkları ile karanlık âlemlerin aydınlanması.
4- Bütün peygamberlere ve hususiyle son Nebi Efendimiz –sallallahu aleyhi ve sellem-’e indirilen ilâhî vahiylerin Hak’tan geldiğine tam bir iman. Hem de ayırım gözetmeden. Bu iman, bir anlamda peygamberler silsilesinin nurânî halkasına yapışmak suretiyle o yüksek enerji hattından kendi öz benliğimize enerji transfer etmek gibidir. Peygamberlerin gönüllerine inen ilâhî vahyin sıcak, derin ve şahsiyet oluşturucu iksirinden, îmân bağıyla istifade etmek ve feyz almaktır. Burası sırlı bir aktarım alanı gibidir. Derinden derine akan bir âb-ı hayat ırmağından, damla damla emerek beslenmektir. Takvâ ağacını sulayan bir rahmet damlasıdır.
5- Hayatı şu fânî hayattan ibaret görmemek. Esas hayatın âhiret hayatı olduğuna îman etmek. Hem de bütün benliğimizle bu hakikati gönülden kabul etmek. İşte takvânın mührü, bu inançla vurulacak ve takvâ ancak bu îmanla tamamlanacaktır. Bu hayata dair şüphe, takvâ azığının biriktirildiği torbayı boşaltır. Onun için bu îman alanının şüphenin zerresine bile tahammülü yoktur. Bu îmanda yakîn (tam bir kesinlik) aranır. Sayılan bu beş esas, hem Kur’an’la yol bulmanın, hem yol almanın, hem de gerçek bir kurtuluşun anahtarıdır..
Adem Ergül 'ın Yazısı.