Lâ kılıcı dünyayı alıp götürdü. Ben bana ait değilim artık. Bir tek saç telini koparamam, karıncayı bile incitemem. Vücudum sahibi tarafından geri alındı. Bana da ruhumu temizlemek için zaman verildi.

İlk secde edilen topraklar, ilk aşık olunan ve unutulan. Hz. Havva’nın ayak izlerini rüzgâr sildiğinde, kızgın kumda çalılar yuvarlanırken büyük kanatlı kuşlar yok olduğunda, Allah’ı unutan kavimler yerle bir edildiğinde, yeryüzünün ilk mabedi kumların altında korundu. Hz. İbrahim’in duası, Hacer’in gözyaşı, İsmail’in ağlayışıyla tekrar yükseldi Kâbe. Putlar dikildi. Putlar yıkıldı. Bir oğlan çocuğu büyüdü dedesinin himayesinde. Babasının sırtından işkembeyi kaldıran küçük kız kâfirlerin karşısına dikildi. Bu topraklara hasret kaldı Peygamber ve ashap. O günden bu güne İslam’ın kalbinin attığı belde hasretle anıldı. Onu görenler zemzemle sükûn buldu. Beyaz kelebekler döndü etrafında. Secdede eridiler. Bir avuç toprak oldular. Aşk bırakmadı bu toprakları. Hiç sönmedi.

Gerçek secdeye varamayanlar geldikleri gibi döndüler evlerine. Hurmalar yendi. Zemzemler içildi. İyisiyle kötüsüyle bir seyahat gibi anlatıldı hac. Hayat kaldığı yerden devam etti. Can bey Ceren hanımın elini sıktı. Yanaklarından öpmedi. Son model çantası elinde. En lüks lokantada kutladı haccını. Arkadaşları gösterişli bir pasta yaptırdılar yeşil kubbeli.

İhrama girerken elbiselerimi çıkaramadım. Üstüme yapıştılar. Kollarıma bacaklarıma sarıldılar ve ben masivadan sıyrılana kadar izin vermediler. Niyet edemedim Hacca, dilim dönmedi. Elime baltayı alıp putlarımı kırana kadar dilim çözülmedi.

Unutulan topraklarda kumlar havalandı. Hz. İbrahim’in çağrısı dalga dalga yayılırken doğan, doğmayan herkes duydu onu. “Lebbeyk Allahümme Lebbeyk” nidalarıyla yerin üstü ve altı sarsıldı. Onun yolculuğunu, bugün milyarlar yaparken kim onun kadar teslim olabildi! Kim gerçek şeytanı taşladı!

Lâ kılıcı dünyayı alıp götürdü. Ben bana ait değilim artık. Bir tek saç telini koparamam, karıncayı bile incitemem. Vücudum sahibi tarafından geri alındı. Bana da ruhumu temizlemek için zaman verildi.

Arafat haccın hayat kaynağı. Sınıf farklılıklarının kalktığı kefenlerin eşit olduğu iltica anı. Kıyametin cehennemden uzak tatbikatı. Elimde soğuk içecek başımın üstünde çadır. Konfor ve rahat korkuttu beni. Sadece bir hayatım var, sonsuzu kazanmak için tek fırsat. Secdeye kapanıp kıyamet günü edeceğim duaları mırıldandım.

Gruplar halinde ayağa kalkılıp vakfeye durduk. Dünyanın her yerinden Müslümanlar toplanmış farklı dillerde yalvarıyoruz. Birbiri için dua isteyen milyarlar. Kimininki hızlı çıkıyor. Kimininki salına salına, diğeri engellere takılarak ama hepsi sonunda menzile ulaşıyor. Geri düşen yok.

“Hacc-ı mebrur’un karşılığı cennetten başka bir şey olamaz” sözü kulaklarımda. (Buhari Umre, 1) Kefene sarılmış bekliyorum. Sadece ben mi? Herkes bekliyor. Kiminin yanında kanlı bıçak, İsmail’ini çoktan kurban etmiş. Ay ışığı Müzdelife’ye yorgan olmuş. Yerin altının üste çıktığı an. Ayrıcalık yok. Herkese bir mezarlık yer. Gece karanlığında düşmana atılacak taşları topladık. Kur’anlar okundu, vazifeler tamamlandı. Hz. Hacer’in teslimiyetini düşünürken olduğum yere kıvrıldım. Yıldızlar yavaşça kayboldu. Topraktan yatağım kuş tüyünden rahat, rüyalar utandı yaklaşmaya. Kahve kokusu uyandırdı beni. Yürümeye başladım. Arap delikanlının odun ateşinde kaynatıp sattığı çaydan aldım. Bir kutu pilavı paylaşan Afgan ailesi yorgundu. Yaşlı kadın ayaklarını ovarken kızı bir lokma etle besledi onu. Yanımdan geçen Afrikalı genç kadın kırmızı eşarbının altında vakur. Sırtına bağladığı bebek huzursuz, onu takip eden ufaklıklar uykulu. Sakat genç yardımla doğruldu değneklerin üstünde. Akın akın insanlar yola çıktı. Hangi güç bu kadar imkânsızlığa rağmen onları buraya getirmişti. İnsanlar aktı çölden sıra sıra, yollar beyaza boyandı. Biz geceyi ihya ettik diyemem ama gecenin sırrı üzerimize sindi.

Kelebek olmaya çok çalıştım. Beyaz olmasa da sarı, biraz kirlenmiş. Oysa kanatlarım simsiyah. Yıllardır tuttuğum minik eller iri ve kuvvetli.

Şeytan taşlama yolu tevekkülü olmayanı da teslim aldı. Nerde olursan ol, kim olursan ol O’nun izin verdiği zamanda menzile ulaşılabildi. “Allahu Ekber” nidaları semaya yükselirken kalbimiz kulaklarımızda yankılandı. Atılan taşlar canımızı yakıp nefsimizi kanattı. Hz. İbrahim’in ayak izlerini takip ederek yola çıktık. Artık durmak yok. Bembeyaz kurdeleler siyaha dolandı. Ben diye çıktığımız yolda biz olduk ve sonunda O’na ulaştık.

1,2,3,4,5,6,7 Neyi taşladım? Kime attım minicik çakılları? Sessizce çarptılar kocaman kayaya ve yığınlar arasında kayboldular. Akşam her çakıla bir dünyalığı bağladım. En sevdiklerimi. Şeytan taşlama kalabalıktı. Yol meşakkatli. Keseden çıkardığım taşları attım. Havada zincire dönüşüp kıskıvrak bağladılar onu. Kahkahaları çığlığa dönüşürken kendi alevinde kavruldu.

Kelebek olmaya çok çalıştım. Beyaz olmasa da sarı, biraz kirlenmiş. Oysa kanatlarım simsiyah. Yıllardır tuttuğum minik eller iri ve kuvvetli. Kalabalıktan beni korumaya çalışan omuzları terlemiş. İhramını düzeltirken bile bırakmıyor beni. Bir zamanlar ezilmesin diye kucağımda taşırdım onu. Evlat sevgisi doldurduğunda kalbimi hâlâ putlarımdan kurtulamadığımı fark ettim. Kanatlarım ağır.

Mekke’ye varıp tüm vazifelerimizi yaptığımızda kurbanlarımız da kesilmişti. Birkaç fakiri doyurmak değildi koçun gerçek vazifesi. Hz. İbrahim ve oğlunun teslimiyetini hatırlatmaktı. İhramı çıkartmak istemedim bir süre otel odasında koltuğa gömülüp ona sarıldım. Kanatlarım hâlâ siyah ama ucunda beliren minik beyaz noktaya umutla bakıyorum.


Hande Berra'ın Yazısı.