Körlük, Sağırlık ve Ahmaklık İlleti
Görmezden gelmek, delile ihtiyaç hissetmeden reddetmek, kin, haset, inat ve menfaat merkezli olarak karşı çıkmak, önyargılı bir yaklaşımla peşin hükümlü olmak demektir. İşte gören gözü perdeleyen, işiten kulağı tıkayan, akıl, idrak ve anlayış merkezini iptal eden esas illet/hastalık budur.
Görmek, işitmek ve idrâk etmek, doğru bilgiye ulaşmanın en önemli vasıtalarındandır. İnsana şeref ve üstünlük sağlayan bilgiden nasip almak, özellikle bu fonksiyonların sıhhatli olmasına bağlıdır. Görme, işitme ve idrâkin varlığı ve derecesi ise halkın ve Hakk’ın ölçülerine göre farklıdır.
Hak terazisine göre görmek ve işitmek, bedenimizin bir fonksiyonu olan görme ve işitmeden farklı olduğu gibi, akıl, idrâk ve anlayış da halkın değerlendirmesi gibi değildir. Öyleyse bir gök terazisi vardır, bir de yer terazisi. Diğer bir ifadeyle bir Hak bakışı vardır, bir de halk bakışı. Biz bu yazıda, Kur’ân-ı Kerim ışığında, Hakk’ın değer hükmüne göre körlüğün, sağırlığın ve ahmaklığın ne olduğuna işâret edeceğiz.
Kur’an, Hak ve hakikate karşı kendini kapatan kimselere işaret ederek, onların gözlerindeki perdeye, kulaklarındaki sağırlığa ve gönüllerindeki hastalık ve kilitli oluşa dikkat çeker:
“İnkâra saplananlara gelince, onları uyarsan da, uyarmasan da, onlar için birdir, inanmazlar. Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır.” (Bakara Sûresi, 6-7)
Bahsedilen kimselerin zahirî göz ve kulaklarında bir ârıza yoktur. Ârıza, onların özlerinde yani görünmeyen manevî bedenlerindedir.
İnsanın Hakk’a ve hakikatlere karşı kendini kilitlemesinin adı, Kur’an lisanında “inkâr/küfr” olarak isimlendirilmiştir. İnkâr: Görmezden gelmek, delile ihtiyaç hissetmeden reddetmek, kin, haset, inat ve menfaat merkezli olarak karşı çıkmak, önyargılı bir yaklaşımla peşin hükümlü olmak demektir. İşte gören gözü perdeleyen, işiten kulağı tıkayan, akıl, idrak ve anlayış merkezini iptal eden esas illet/hastalık budur.
İnkâr, inkâr edilen kaynaktan gelen her şeyden kişiyi mahrum bırakır. Bu çerçevede en büyük mahrumiyet, kişinin Rahmân ve Rahîm olan Allah’a ve O’ndan gelene karşı kendini kapatmasıdır. İnsanın, kendi sınırlı imkânları ile hakikat bilgisine yani gerçek ilme ulaşması imkânsızdır. Zira her bir şeyin görünen tarafı olduğu gibi görünmeyen sırlı bir yönü de vardır. Görüneni kuşatmak bile neredeyse muhaldir. Bu itibarla kişinin ulaştığı sonuçlar, sadece zandan (kanaatten, teoriden) ibarettir. Zan ise ilim/hakikat adına yüzde yüz bir gerçeklik demek değildir1. Öyleyse bütün bildiği zandan ibaret olanlar, karanlıklar içinde bocalamaya mahkûmdurlar.
İman, öncelikle kişinin kendini aşması ve birine güvenmesidir. Herkese ve her şeye îmanla yaklaşmak elbette tehlikelidir. Bu yönüyle îmân yalnız Allah’a ve O’ndan gelene yönelik olmalıdır. Zira şeytana, nefse (kendine), sıradan herhangi bir insan ya da cinne îman derecesinde bir teslimiyetle inanmak ve bağlanmak, büyük bir sapıklığa yuvarlanmaktır. Rabbimiz bu tehlikeye karşı kullarını uyarır ve “Yalnız O’na teslim olun”2 çağrısında bulunur.
İman ve teslimiyet, hem görüşü, hem duyuşu hem de idrak ve anlayışı açan bir mübarek anahtardır. Görmek, duymak ve anlamak için içinde inkar, şüphe ve tahkir taşıyan tüm yaklaşımlardan uzak durmak esastır. Hakikat arayıcısı, olabildiğince ön yargılardan uzak bir şekilde bu arayışını sürdürmeyi başarabilirse, doğruya erişmesi bugün olmazsa yarın gerçekleşebilecektir.
Hakikate karşı âşinâ olmak ve hatta muttali olmak ve belki perdenin arkasını sezmek, ötelere dair gönlün mutmain olacağı yakînî bilgilere kapı aralamak, Rabbimize ve O’ndan gelen peygamberlere ve mesajlara (âyetlere) öncelikle cân u gönülden îman etmeye ve tam teslim olmaya bağlıdır. İman ve teslimiyet, hem görüşü, hem duyuşu hem de idrak ve anlayışı açan bir mübarek anahtardır. Görmek, duymak ve anlamak için içinde inkar, şüphe ve tahkir taşıyan tüm yaklaşımlardan uzak durmak esastır. Hakikat arayıcısı, olabildiğince ön yargılardan uzak bir şekilde bu arayışını sürdürmeyi başarabilirse, doğruya erişmesi bugün olmazsa yarın gerçekleşebilecektir.
Mukaddes kitaplardan, Kur’an-ı Kerim’den, Peygamberlerden, gerçek âlim ve âriflerden istifade edenler, böyle açık bir gönülle yaklaşabilenlerdir. Niyet temizliği, ilâhî yardımı cezbeden önemli bir sırdır. Allah hiçbir kulunun mahrum olmasını istemez; ancak kul kendine rahmet kapılarını kapatabilir. Bu ise büyük bir bahtsızlıktır.
“el-İnsânü’l-kâmil” adlı eserin yazarı Abdülkerim el-Cîlî, anlatılan bu hakikate -kendi kitabı çerçevesinde- şöyle işaret eder:
“Ben bu kitabımı inceleme niyetiyle okuyanlardan şunu bilmelerini öncelikle istirham ederim ki, kitabıma aldığım konulara ait yapılan izahların tamamı, Kur’ân-ı Kerim ve hadis-i şeriflerle delillendirilebilecek hususlardır. Şayet kitabımı okuyanın anlayışına nazaran, Kur’ân’a veyahut hadis-i şeriflere muhalif gibi görünen bir husus ortaya çıkarsa, okuyan bilmiş olsun ki, anladığı mânâ, kendi anlaması yönüyledir; yoksa benim îzah için kastettiğim muradım noktasından değildir. Bu gibi konularda, okuyan kimse, bahsedilen hakikate dair kendisinde bir açılım (fütûhât) hasıl oluncaya kadar, yahut Kur’an-ı Kerim ya da hadis-i şeriflerden delilini buluncaya kadar o mânâ ile amel etmeyerek, teslimiyeti de elden bırakmamalıdır. Bu gibi hususlarda hemen inkâra yönelmeyip teslimiyete yönelmenin faydası, hakikati bilmeye erişmekten mahrum kalmamak içindir. Ve bu alanda hakikati anlamak ve kavramak için başka bir yol yoktur. Hatta ilk nazarda hemen inkâra ve redde yönelmek, o hakikatten ebediyyen mahrum kalmaya sebep olabilir. Onun için hakikatlere ulaşmada îmân ve teslimiyetten başka ilim ve marifet yolu yoktur… İlâhî lütuf ve inâyet senin elinden tutuncaya kadar iman, edeb ve teslimiyetle sabredersin.”
Rabbimizin okunan (kelâmî), görünen ve hissedilen (kevnî) âyetlerine karşı, kör ve sağır olmamak ve daha da önemlisi, idrâk ve anlayış melekelerinin körleşip mühürlenmemesi için, inkârın her çeşidinden olabildiğince uzaklaşıp, îman ve teslimiyetin derinleşmesine ve terakkisine gayret eylemek ve Rabbimizden bu yüce nimete eriştirmesini niyaz eylemek yegane çaredir.
1- Bkz. Necm Sûresi, 28. 2- Hacc Sûresi, 34.
Adem Ergül 'ın Yazısı.