Her şey üst üste geliyor ve ben altında kalıyorum. Marmaray’ın açıldığı gün ben de her sosyal medya elemanı gibi günün anlam ve önemine dair bir miktar tweet attım ve cumhuriyet tarihi ile ilgili bir iki göndermeden sonra başka bir sekmede Somali tarihini okumaya başladım. Malum sayfa hazırlıyorum. Sonra bir tık ile Somali tarihini anlatan başka bir videoya geçtim. Videoyu ekleyen kişi tarihi fotoğrafların üzerine Nino Rota’nın The Godfather filmi için yaptığı efsane müziği giydirmiş. Aslında bir ayrılık şarkısı olan ve insanı yaralayan bu şarkıyı filmi izleyenler bilirler. Sonra yeniden twitter sayfama döndüm ve üstün beyaz Türk’lerin Somali cumhurbaşkanını küçümseyen tweetlerini hasbelkader bu şarkı eşliğinde okumaya başladım. Neden ordadır, çağıra çağıra onu mu çağırmışızdır bunu sormaktadır ahali. İnsanlıktan ayrılışı, siyasetten bu kadar uzakta kalışı, sadece batı ile dış ilişkileri tartma zavallılığını; bir ayrılık şarkısı eşliğinde dinlemek gerçekten incitici. Oysa Marmaray’ın iki yakayı bağladığı gibi; zengin ve fakiri, siyah ve beyazı, güçlü ve güçsüzü önce kendi ruh dünyasında birbirine bağlamalı insan.

Dünyaya değil İstanbul’a gelmişiz

Büyük İslam şairi Mehmet Akif’in hayatını araştırıyorum son günlerde. Onu okurken acının, firakın ve hüznün; göğsümde doru bir at olup koşturduğunu söyleyebilirim. Dünyanın emanet olduğunu bilen, asıl ahiret yurdu için çaba sarf eden Mehmet Akif, 1934 yılında kızı Suad Hanım’a bir mektup yazar. Çünkü kızı eşinin görevi dolayısıyla doğuya gitmiş ve yazdığı mektuplarda serzenişte bulunmaya başlamıştır. Suad Hanım, Akif’in diskur niteliğindeki şu mektubuyla karşılaşır;

“Muntazam, ma’mur şehirlerde, refah ile ömür sürmeyi herkes arzu eder. Fakat bu arzunun tatmini için ara sıra fedakârlık zaruridir. Bugün yüzlerce milyon efrâd-ı beşere hakim bulunan İngilizleri gözümüzün önüne getirelim. Acaba heriflerin bu kudretleri, bu muvaffakiyetleri tesadüfen mi oluvermiş yoksa milletçe birçok mesaiye, birçok şedâide katlanmak sayesinde mi elde edilmiş? Londra’da doğmuş, nâz u na’im içinde büyümüş, ebeveyninin milyonları sayesinde her türlü ihtiyaçtan fersahlarca uzak bir lordun oğlu kalkıyor, Sudanlara, Afrika’nın en yaşanmaz, en cehennemî bucaklarına giderek gençliğinin en kıymetli çağlarını, İngiltere hesabına, o kumlara gömüyor. Vatanı uğruna çektiği tahammülsüz meşakkatleri hiçe sayıyor. Daha doğrusu kendisi için şeref biliyor. Biz biçârelerse İstanbul’dan çıkıp Bursa’ya gitmeyi felaket telakki ediyoruz! Bizim Midhat Cemal “Bizler dünyaya gelmemişiz, İstanbul’a gelmişiz” der ki, pek doğrudur.”

Kazablanka; İşgal edilmemiş Fransa :)

Böyle diyor meşhur Kazablanka filmindeki subay. Trajikomik. Filmin tek bir sahnesi bile Kazablanka’da çekilmediği halde Fas turizmine bu filmin etkisi büyük olmuş. Pek çok Müslümanın da aklına Kazablanka ve Fas denilince işte bu film geliyor. Oysa Ukbe bin Nafi gelmeli aklımıza. Fas’ı İslam ile tanıştıran sahabe.

Efendimizin ahrete intikalinden kısa bir zaman sonra İslam davetçilerinin başarılı fütuhatları ile gönüllerin fethi öncelenerek Kuzey Afrika İslamlaşmıştı. İslamı tercih eden ülkeler daha hür ve zengin oldular. Kuzey Afrika fütuhatında en büyük rolü ise Ukbe b. Nafi’ almıştır. Sırayla önüne gelen her beldeyi fetheden Ukbe, fethettiği yöre halkına; “Sizden ilerde daha şehir var mı?” diye sorar, “evet” cevabını alınca vakit kaybetmeden yeni bir fetih için oraya doğru yola çıkardı. Afrika’yı bir solukta baştan başa İslâm hâkimiyeti altına alan Ukbe bin Nafi, on beş yaşında at sırtına binmiş ve değişik halifeler döneminde büyük sorumluluklar yüklenmiştir. Fas’ı fethettikten sonra atını Arapların Karanlık Deniz dediği atlas okyanusuna sürer sonra da: “Allah’ım, bu deniz önüme çıktı, çıkmasa idi, senin ismi şerif’ini denizler aşırı götürecektim” der. Askeri bir dehadır Ukbe bin Nafi. Ama bunun da ötesinde adanmış bir gönüldür. İslam’ın ulaşmadığı tek bir kara parçası kalmasın istemiş, hep daha ilerisine, hep daha iyisine meftun olarak yaşamıştır. Yoksa kısa süredeki bu fetih başarısını izah edebilmek mümkün değildir.

Afrika haritası küçük mü çiziliyor?

Evet yıllarca küçük çizilmiş. Mesela Afrika kıtası Kuzey Amerika’dan büyük olmasına rağmen çoğu haritada tam tersi olarak görülüyor. Ve Grönland adası, bu haritalarda Afrika’nın üçte biri büyüklüğünde görünmesine rağmen, gerçekte on beşte biri kadar. Haritacılara göre bunun sebebi dünyanın yuvarlak olması ve düz kağıda aktarılırken sıkıntı yaşanması, bazı araştırmacılara göre ise bunun sebebi sadece ideolojik. Araştırmacı Ali Mazrui dilimize çevrilen eserinde bunun ideolojik bir çarpıtma olduğunu söylemiş ve Afrika’yı, yağmalayanların onun “gerçek” büyüklüğünü küçültmeye çalışarak kendilerini meşrulaştırmak istediklerini belirtmiş. Tıpkı beyaz adamın siyahları barbar gösterip yaptığı kıyımı meşrulaştırmaya çalışması gibi. 2010 yılında bir grafik tasarımcısı bazı ülkeleri Afrika kıtası içerisine yerleştirerek bir karşılaştırma sunmuş ve dünyanın bu konuya ilgisini çekmeyi başarmıştı. Fotoğrafta o karşılaştırmayı görüyorsunuz.

Çöp mü hazine mi?

Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın tahminlerine göre bilgisayar, bilgisayar ekranı, cep telefonu, televizyon ve buzdolabı gibi elektronik cihazların atıklarıyla yılda ortalama 40 milyon ton elektronik çöp açığa çıkıyor. Bu çöplerin bir kısmı okyanusun dibine boşaltılırken kullanılabilir ve tamir edilebilir olanlar Afrika ülkelerinde ikinci el piyasasında rağbet görüyor. Bu yüzden Afrika bir elektronik ve atık çöplüğüne dönüşüyor. Afrikalı sanatçılar ise bir seçenek olarak değil maalesef zorunluluk olarak atık maddelerden sanat eseri üretiyorlar. Malili El Anatsui şişe kapaklarından harikulade desenli kumaş formunda heykeller tasarlıyor. Benin de Calixte Dakpogan otomobil parçalarından, batıklardan estetik ve sanatsal değerde figürler ve maskeler oluşturuyor. Romuald hazoume ise atılan nesnelere biraz daha farklı bir yorum getiriyor. Çalışmalarında köleliğe vurgu yapıyor ve halkının da tıpkı bu nesneler gibi zengin patronlar tarafından kullanılıp çöpe atıldığını düşünüyor. Bu üç sanatçının da çalışmalarını sergiledikleri internet sayfaları var ve gerçekten atığın bütünden daha orijinal olduğunu düşünmenizi sağlıyorlar.

Ayın Afrikalısı

Mecliste artık 4 başörtülü vekil var. Buna rağmen Merve Kavakçı bana göre ayın Afrikalısıdır. Onun yetmiş iki buçuk millet önünde kırılan onurunu, yetmiş iki buçuk millet bir araya gelse onaramaz çünkü!


Ayşegül Genç'ın Yazısı.