İki kuş uçtu mihrabın üstünden yeşil parmaklıklara. İnsanlar kayboldu. Uğultular dindiğinde yalnızdım. Pişmanlık aktı gözlerimden, kayboldum. Bir naatım yoktu Nabi gibi minarelerden okunacak. Ona “ümmetim”  dedirtecek ne yapmıştım! Boştu bavulum.

Şehri, ona ihanet etti. Akrabaları sinsi planlar yapıyordu perdeler arkasında. Bir avuç kum kör ettiğinde onları, aralarından geçen gölgeyi göremediler. Atların ayakları kuma gömüldü. Güvercin bir gecede yuva yaptı. Peygambere ve dostuna yaklaşamadı düşman. Uzak tepelerden tef sesleri yükseldiğinde Yesrip halkı yollara döküldü. Sevdikleri onu misafir etmek için yarıştı. Devesi seçti kalacağı evi.

O günden sonra hurmalar çoğaldı. Ağaçlar yeşerdi. Çöl bereketlenirken rüzgâr yumuşadı. Kuşlar döne döne uçtular şehrin üstünde, ayrılmadan. Dünya yüzünde kimsenin onun kadar misafiri olmadı. Hicretle gelişti Medine, tohumlar büyüdü. İslam’la kul arasındaki duvar yıkıldı. Kaçış değildi bu yolculuk imkânsızlıktan özgürlüğe göçtü.

Çekiçler sessiz işledi. Tren gıcırdamadan yol aldı, keçe sarılmış raylarda. Yılanlar çölden korktu. Çağrılanlar girdi bu topraklara. İnce uzun Afrikalı dimdik kalktı namaza. Anadolu’dan hayvanlarını satıp gelen teyze şalvarını düzeltti. Şahin bakışlı Acem sürme çekmiş gözlerine. Mısırlının yeri boş. Hepimiz sessizce sıralandık. Dümdüz ilerleyen bir zincir. Sesler yükselmeden hâl ile selamladık birbirimizi. İslam ümmetinin temsilcileri omuz omuza. Hacın yorgunluğu atılmış baba toprağı sakin.

Cahiliyenin Yesrib’i bugünün Medine’si kutsallığını misafirine borçlu. Pek çok hacıyla onun ayak izlerini aradım. Kuba mescidinde namaz kılıp Uhud’a revan oldum. Onu yüzlerce dağdan ayıran Resul’ün sevgisiydi. Okçular tepesinde oturup uzun uzun baktım ona. Bir avuç toprak aldım elime okçuların kanı, ashabın teri karışmıştı.

Bir kimse hac eder ve arkasından kabrimi ziyaret ederse hayatımda beni ziyaret etmiş gibi olur. (Darekutni,Sünen II , 278)

Dün onu ziyarete gittim. Hacılar Mekke’yi daha terk etmemişti. Yollar bom boş güneş, Cennet-ül Baki’nin toprağını ısıtmış, gölgeler kayıp. Avuçlarım açık, abayem uçuşurken dua ederek telaşlı adımlarla ilerledim Hareme. Sadece birkaç saatim var Medine’de. Yüksek kapılar sonuna kadar açık. İçerden tatlı bir serinlik çarptı. Zemzemle yıkadım elimi yüzümü. Yaklaştıkça heyecanım büyüdü boğazımda düğüm düğüm. Selamımı alacak. Önce akın akın ilerleyen kadınların arasına saklandım görünmemek için. Sonra cesaretle parmak uçlarımda yükselip selamladım kabrini. Elimi kaldırırken sıcacık gülümsedim. Bilgi ve hakikat arasında sıkışıp kalmıştım. Cennet bahçesine vardığımda secdeye varamadım. Medine ahalisi bayramlaşmaya gelmişti. Yer bulamadığımı zannedip geri çekildiler. Oysa cennette nasıl secde edileceğini bilmiyordum. Oturulur muydu bu toprağa. İki kuş uçtu mihrabın üstünden yeşil parmaklıklara. İnsanlar kayboldu. Uğultular dindiğinde yalnızdım. Pişmanlık aktı gözlerimden, kayboldum. Bir naatım yoktu Nabi gibi minarelerden okunacak. Ona “ümmetim” dedirtecek ne yapmıştım! Boştu bavulum.

Dünyanın ilk Müslüman şehri, yeşil kubbesiyle hacıların son durağı. Bugün Ashab-ı suffa kadınlara kapalı. Zamanı geri alabilmek mümkün olsaydı. Tef çalan kadınların arasında karşılardım onu. Bir hırka dokurdum her ilmiğinde Allah’ın adı. Sohbetlerinde en önde oturmak için koştururdum. Gözlerine bakar Cebrail’in gölgesini arardım.

Mekke’yi harem bölgesi kılan Hz. İbrahim’di. Medine’yi ise Resulullah. Medine yumuşaktı, merhametli ve cömert. Bu sene yeşil kubbe buğulu. Gökyüzü ağladı ağlayacak. Pek çok Müslüman ülkesinden çıkıp gelememiş. İslam toprakları fitneyle karıştırılmış. Suriye ve Mısır kızıla boyanmış. Özgürlüğüm boynumda zincir. Muhammed İkbal’in tavsiyesi üzerine Medine’den götürmek için Hz. Ebubekir’in sıdk ve teslimiyetini, Hz. Ömer’in adaletini, Hz. Osman’ın hayâ ve cömertliğini, Hz. Ali’nin irfan ve iihadını aradım.


Hande Berra'ın Yazısı.