“Elbette nerede adalet varsa orada mamuriyet olur.”

Abdulhamid’e karşı darbe girişiminde bulunma cüretine sahip bir düşünür. Yeni Osmanlıların öncülerinden. İlk Türkçü, ilk Türkçeci, ilk demokrat, ilk başkaldıran. Türkçe ibadeti ilk savunanlardan. Osmanlı dışında ilk Türkçe gazeteyi çıkaran kişi. Sarıklı ihtilâlcı: Ali Suavi.

Çankırı’nın Çay köyünden İstanbul’a gelen, kağıt mühreciliği (yazılmaya hazırlama) yapan Hüseyin Efendi’nin oğludur. Tanzimat’ın ilan edildiği yıl olan 1838’de, İstanbul’da doğar. Osmanlı’nın son dönemine damgasını vurmuş önemli bir düşünür ve yazardır. Mektep ve medrese eğitimi alır. Rüştiye öğretmenliği imtihanlarını birincilikle kazanır. Rüştiyeden sonraki hayatı için ileride, “Politikaca geçen bir ömür” diyecektir. Bu dönemde İslami ilimler tahsil eder, Arapça ve Farsça’sını geliştirir. Kısa zamanda, gittiği tüm yerlerde, toplumun ve devlet erkanın teveccühünü kazanan biri olur.

Sultan Abdülaziz döneminde Yeni Osmanlılar ile birlikte Paris ve Londra’da bulunur. Burada hükümet aleyhine yazılar yayınlar, gazete çıkarır. Bütün iyilik ve güzelliklerin sebebi olarak kabul ettiği ilim öğrenme ve öğretme arzusunu hiç yitirmez. Simav’da uzun bir dönem medrese hocalığı yapar. Devlet-i Aliyye’nin en uzun asrı olarak kabul edilen 18. yy’da, fikri, siyasi ve kültürel anlamda en çalkantılı olunan bir zamanın tam merkezinde yetişmiş biridir. Herkes gibi o da, içinde bulunduğu dönemde, Osmanlı’nın kurtuluşu ile ilgili kafa patlatır. Fakat bulduğu yöntemler diğerlerinden farklı olacaktır.

Bitmeyen Yazma Aşkı

Londra’da Mustafa Fazıl Paşa’nın maddi desteği ile Muhbir isimli gazeteyi çıkarır. Osmanlı topraklarında da dağıtılan bu gazete sadece 50 sayı çıkar. Ali Suavi’nin burada sert bir üslup kullandığını görüyoruz. Namık Kemal ve Ziya Paşa’nın çıkardığı meşhur Hürriyet gazetesinde yazar sonraları. 1869’da Fransa’ya geçerek Ulum adlı gazeteyi çıkarır ve burada Türkçülük akımına öncülük eden yazılar yazar. Ayrıca yine bu gazetede, batılı anlamda ilk felsefi metinlerin örneğini verir.

İngiliz parlamenterizmine benzeyen bir meşrutiyet arzusu olduğunu biliyoruz. Fransız filozoflarından büyük oranda etkilenmiştir. Ulum gazetesinin 18. sayısında, demokrasiye dair söyledikleri, o dönem içerisinde ilktir. Ona göre demokrasi Hz. Peygamber ve dört halife devrinde vardı. En eşitlikçi yönetim biçimi olarak demokrasinin, şeriat ile en uygun rejim olduğunu ama Sultan’ın bu sistemin tepesinde olması gerektiğini söyleyen, aslında paradoksal bir görüş ortaya atar. Dinde reform yapmak gerektiğini, her milletin kendi dilinde hutbe okuması lazım geldiğini söyler. Yeni Osmanlılar içinde dini konularda en çok yazan kişidir.

İslamcılık İçinde Milliyetçilik

Islam and Secularism in Turkey isimli kitabında Umut Azak, Suavi’nin, milliyetçiliğin ilk halini İslamcılık ile birlikte tasvir ettiğini söyler. Ayrıca Türkçe ibadeti de ilk savunan kişi olduğu bilgisini ekler. Yine aynı eserden öğrendiğimiz kadarıyla, II. Abdulhamit’in saltanatı boyunca Galatasaray Lisesi’nin (mekteb-i sultanî) yöneticiliğini yapar, Ayasofya ve Sultanahmet’te vaazlar verir.

Bedri Gencer’in, İslam’da Modernleşme isimli muazzam eserinde Ali Suavi’ye ciddi yer ayrıldığını görüyoruz. Suavi’nin II. Abdulhamid ile olan mücadelesine değinmekle birlikte, onun politik kaygılara kurban giden aydınlanma çabalarından bahsedilmektedir. Şerif Mardin’in deyimiyle, entelektüel ürünlerin politizasyonun süreci, kısa vadeli siyasi amaçlar yüzüden esas kültürel amacı gölgelemiştir. Ayrıca, Şerif Mardin, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri isimli eserinde, Ali Suavi’nin anlaşılması zor fakat inkar edilemeyecek bir “halkçı”lığının izlerine rastladığını söyler.

“Şeriatın Acizliği Bir Vehimdir”

Osmanlı’nın son dönemlerinde ortaya çıkan, günümüzde bile istifade etmeye doyamadığımız Mecelle’den önce, bu konuda ilk teşebbüs Ali Suavi’den gelir. Suavi, ilm-i hilaf denen mukayeseli fıkıh disiplini çerçevesine giren ve Mecelle’nin de temel kaynağını oluşturan İbni Nüceym’in el-Eşbah ve’n-Nezair adlı eserinin birinci disiplinini oluşturan kaideler kısmını Osmanlı’ca tercüme eder. Buradaki mukaddimesinde Suavi, İslam şeriatının çağdaş sosyal ve siyasal meselelere çözüm bulmakta aciz olduğunun bir vehim olduğunu söyler ve şer’i hükümlerin arkasındaki ilkeleri içeren böyle bir kitap telifine karar verdiğini belirtir.

Eski MEB bakanı ve şimdi Başbakan Yardımcılarından olan Hüseyin Çelik’in doktora çalışması Ali Suavi ve Dönemi başlığını taşır. Bu çalışmasında Çelik, Suavi’nin, Osmanlı’nın yaşadığı sıkıntıların, fıkhın uygulanmasından değil, tam aksine iç kusurlar ve dış müdahaleler yüzünden iyi uygulanmamasından kaynaklandığı şeklinde bir düşünceye sahip olduğunu belirtir. Yeni Osmanlılar, bunalımın çözümünün, şeriatın daha iyi uygulanmasından geçtiğini düşünürler. Devletin zaafını, temelde şeriatın icrasındaki ihmale bağlayan bu Osmanlı düşünce geleneği Tanzimat ile başlayan hukukun sekülerleştirilmesi hareketine şidddetle karşı çıkar. Yine Çelik’in eserinden öğrendiğimiz kadarıyla Suavi, usul-i fıkıh ilkelerini Batılı metodoloji vasıtasıyla yeniden yorumlama projesi güdüyordu.

Hem Melek Hem Şeytan

Arapça ve Farsçayı iyi bir şekilde, İngilizce ve Fransızcayı orta düzeyde bilir. İsmail Hami Danişmend Ali Suavi ve Çırağan Baskını isimli eserinde, Suavi’nin 16 yaşında hacca gittiğini belirtir. Benim de tüm Ali Suavi araştırmalarımda karşılaştığım temel sorunu, veciz bir şekilde şöyle ifade eder: “Hem meleğe hem şeytana benzetilmiş, ya bembeyaz veyahut simsiyah tasvir edilmiş bir büyük adam tanımak isterseniz Ali Suavi hakkındaki rivayetleri gözden geçiriniz. Türkçülük tarihimizin bu muhteşem simasını ya yerin dibinde yahut gökyüzünde bulabilirsiniz. İnsanların hem cahil, şarlatan ve maskara, hem münevver, alim ve fazıl; hem deli, meczup, ebleh ve aptal, hem ateş gibi zeki, yaman; hem müfsid, fasid ve dönek, hem değerli, hürriyet aşığı, Türkçü ve teceddütçü; hem Buharalı, hem İstanbullu ve nihayet hem hiçbir dil bilmez, hem birçok diller bilir dedikleri biri O.”

Sarıklı İhtilalci

Ali Suavi, Yeni Osmanlıların “ideal” padişahı olan V. Murat’ı tekrar tahta getirmeyi amaç edinen, II. Abdulhamid’e yönelik düzenlenen, Çırağan Sarayı Vak’ası denilecek olan bir darbe girişiminde bulunur. Tabi ki başarısız olur. Bu yüzden kendisine Sarıklı İhtilalci denecektir. Darbe girişimi esnasında, Beşiktaş Muhafızı Yedi Sekiz Hasan Paşa’nın kafasına vurduğu odun ile Mayıs 1878’de İstanbul’da ölür.


Yusuf Temizcan'ın Yazısı.