Aralık 2013 Yazı Atölyesi
ABDULLAH TOSUN: İki yazı göndermişsin. Neredeyse ikisi de ‘ayın yazısı’ olarak seçilmeyi hak edecek kıvamda. Ama birini bu noktada diğerinden daha iyi durumda gördüğüm için onu seçiyorum. Yazılarında ciddi bir ilerleme görüyorum. Gayretle devam...
Yazı: http://gencdergisi.com/6686-durus-mu--kurus-mu--egitim-mi--ogretim-mi-.html
HAMZA ÖZTÜRKÇÜ: Gayet başarılı bir kurgu, kendisini rahatça okutturan bir hikâye. Verdiği ders de son derece yürek ısıtıcı. Hikâyeni çok beğendim; bu çizgiyi aşağı düşürmeden ilerlersen, Rabbim yazı hayatında yolunu ziyadesiyle açık edecektir diye ümit ediyorum. Gayretle devam...
Yazı:
Gülümsemek
Bütün köylü kadınlar onun başına toplanmış, türlü türlü senaryolar üretiyorlardı. Adeta bir müzede sergileniyormuşçasına yatağında uzanmış olan genç kız farklı düşüncelere odak noktasıydı. Herkes bir son hazırlamıştı kendince. Oysa ki genç kız hayattaydı. Ve köylü merakla genç kızın kendisine gelmesini bekliyordu. Fısıldaşmalar ve çocukların anlamsız soruları.
“Anne bu abla neden yatıyor.”
“Anne bak başörtüsü açılmış, kapatayım mı?”
Sorular ayan beyan fakat cevapları fısıldaşmalarda gizli. Bir süredir orada yatan genç kıza kimse yardım edemiyor, annesi ise çaresizce kızına bakmaktan başka bir şey yapamıyordu. Odanın içerisinde köyün kadınları ve çocuklar, sofada ise köyün erkekleri. Her iki yerde konuşulanlar aynı, farklı olan sadece ses tellerinden zuhur eden fısıldaşmaları. Bu gürültülü sessizliği bozan köyün yaşlı hanımefendilerinden olan Emine hanımdı.
“Hanımlar bu pek hayra alamet değildir. Koşun Sakine Ana’yı çağırın.”
Sakine Ana köyün doktoru konumunda, koca karı ilaçları diye tabir edilen çarenin savunucularından. Tahsili olmamasına rağmen her hastalığın tedavisini bilir, çeşitli otlarla şifa dağıtırdı. Kocasını yıllar öncesinden kaybetmiş ve ardından tüm bilgisini-hayatının son demlerini-köyüne adamıştır. Her zaman ki gibi yine koşa koşa geldi Sakine Ana. Önce merakla bekleyen erkek duvarını aştı sonrasında kadınların duvarını delerek hastasına ulaştı. Engelleri aşarken çeşitli söylentileri kulağıyla duysa da aldırış etmedi. Hastasıyla ilgilendi usulca.
“Sakine Ana, nedir bu kızın hali. Pınar başında yatar vaziyette bulmuşlar. Geldiğinden beri hali böyledir.”
Sakine Ana tıpkı doktorlar gibi ellerine kollarına dokunuyor, gözbebeklerini inceliyordu. Muayenesini bitirdikten sonra oda içerisinde bir oraya bir buraya dolaştı durdu. Zaman geçtikçe fısıldaşmalar yerini sessizliğe bırakıyordu. Birden başını kaldırdı ve sofaya doğru yol aldı. Arkasından kadın ahaliyi de sürükledi. Ve seslendi tüm gücüyle.
“Kızımızın bir şeyi yok. Baygınlık geçirmiş. Pınar başında onu gören var mıdır? Kimler şahit oldu bayılırken?”
Kimseden ne bir ses çıkıyordu ne bir seda. Tüm köylü birbirine bakıyorken köyün delisi Rıfkı ortaya atıldı.
“Ben.. ben… Sakine Ana, ben gördüm onu, yaa!”
“Anlat bakalım Rıfkı ne gördün?”
Bu konuşmalar üzerine köyün muhtarı Halit Amca şikayetini dile getirdi.
“Aman Sakine bacı, delinin sözüne riayet edilir mi?”
“Gördüm, ben gördüm. Yaa!”
Sakine Ana Rıfkı’ya dönerek ondan gördüklerini anlatmasını istedi.
“Ağlıyordu Ana, ağlıyordu. Yaa!”
“Nasıl ağlıyordu Rıfkı. Anlat hadi.”
“Ana.. ana.. hıçkıra hıçkıra, lakin sessiz, yaa! Zor duydum, yaa!”
“Peki sonra ne oldu? Hadi, anlatırsan Hedik veririm sana, yeni pişirdim.”
“Tamam Sakine Ana, isterim bak! Sonra bayıldı ağlarken. Güzel kız yere düştü, yaa!”
“Peki neden bayıldı, bilir misin?”
“Hayır bilemem, nerden bileyim ben. Hediğimi isterim Sakine Ana, isterim yaa!”
Bunları duyan Sakine Ana, sofada kendisi için oluşturulan daire içerisinde köylünün bakışları arasında düşünceli bir iki tur attı. Hemen genç kızın yanına vardı. Kızı ayılmış şekilde oturur vaziyette görünce sorgu memuru gibi yüz hizasına kadar indi.
“Neden ağladın kızım, söyle hadi.”
Bu sorunun üzerine odanın penceresine yöneltti bakışlarını. Ve ağlamaya başladı sessiz hıçkırıklarıyla. İçe geçirerek ağlıyordu. Bu ağlayış içten gelen, candan bir ağlayıştı. Siyah gözleri neyle karşılaşmıştı ya da duyguları onu nereye götürmüştü de onu bu kadar üzmüştü. Ağlayarak ders verir gibiydi, “ böyle ağlanır” der gibiydi ve usulca vücudunu, saçları açık şekilde yığıldı yatağın üzerine. Sakine Ana biraz sıkıntılı birazda görevini yerine getirmenin vermiş olduğu sorumluluk ile sofaya doğru yol aldı. Evin giriş kapısına geldiğinde onu meraklı gözlerle bekleyen kitleyi gördü. O kitleyi hedef alan gözleriyle konuşmasına başladı.
“Ey köylü kardeşlerim. Hanım kızımız elim bir hastalığa yakalanmıştır.”
"Vah vah!"
“Ne de güzel kızdı, üstelik de genç. Evlenme çağında.”
“Yazık!”
Köylünün hayıflanmalarını yine Sakine Ana böldü.
“O ağlarsa bayılıyor. O her ağladığında ölümden dönüyor. Lakin kesin olan şudur ki ölüm kendisine gelecektir. Eğer karşılaştığı kötü bir durum olursa onu kaybederiz.”
“Nasıl olur, nasıl hastalık bu Sakine Ana.”
“Emin misin Ana?”
Şüphesiz şaşkınlığa bağlı tepkiler gecikmedi. İlk defa böyle bir şey duyuyordu köylüler. Buna karşın Sakine Ana’nın hiç yanıldığını görmemişlerdi. Şaşkınlığını üzerine alan köylüler bir hal çaresini aramaya koyuldular.
“Sakine Ana, pekâlâ söyleyin bizlere. Üzerimize düşen nedir? Kızımızın yaşamasını dileriz.”
“Tabi ya.”
“Evet ne düşüyorsa yapmaya hazırız.”
Sakine Ana kısa bir süre susmakla yetindi. O kısa sürede genç yaşlı, bay bayan herkesin gözlerine misafir oldu. Ve adeta kendisi ortalığı aydınlatan güneş, karşısındakiler gökyüzünü süslendiren yıldız misali. Sonrasında biraz daha yaklaşarak sesleniyordu onlara.
“Bundan böyle bu köyde kötülükler yaşanmasın. Kimse birbirine kötü söz söylemesin. Çocuklar ana babalarına saygıda kusur etmesin. Bundan ötürü arazi ve hayvan kavgalarına son verin. Aranızda Allah’ın selamını eksik etmeyin. Güzellikle yaşayın. Aksi halde köyde kötü bir durumla karşılaşan kızımızı ağladıktan sonra kaybedebiliriz.”
Köylü birbirine bakıyordu şaşkınlıkla. Her biri ayrı utanç duydu yaşantılarından ve başlar öne eğildi. Bazıları ayakta durmakta zorlandı. O an bazı şeyleri anlamışlardı. Kavgaya tutuşanlar birbirlerine sarıldı. Çocuklar anne ve babalarının ellerine kondular. “Affet” nidaları köyde yankılandı. Ve tabi gözyaşları da. Ağlamayan sadece baygın olan genç kızdı. Öyle ya, ağlarsa ölebilirdi. Onun dışındaki her göz ıslanmıştı.
Sakine Ana, kalabalığı ayıra ayıra oradan uzaklaşmıştı. Sarıya kaçan düz saçlarıyla bezenmiş güzel kız sonraki güne uyandığında aslında o köyde yeni bir düzene uyanmıştı. Köy kahvesinde artık güzel şeyler konuşuluyor, tarlalarda kavgalar yaşanmıyordu. Çiçekler artık çok farklı açıyordu. Yönleri güneşe doğru, gülümsüyordu. Hastalığından habersiz kız aylarca ağlamadı. Bu sayede yaşadı, köy halkı ise güzelliklerle tanıştı. Hoşgörüyü öğrendiler. Savaşı, zulmü, kavgayı, kötülüğü bir kenara bırakmışlardı. Hoşgörü, tevazu ve iyiliği kendilerine düstur edindiler.
Böylece mutluluğu tattılar aylarca. Baharın henüz geldiği bir günde güzel kız yeni güne daha uyanmıştı. Sofaya çıktı hemen. Güneşi karşısına alarak az gerindi kendince. Annesi sofanın girişine yakın tandır evinde karşıladı onu. Kapıya yönelmekte olan kızına seslendi.
“Kızım nereye gidiyorsun, bir şeyler yeseydik.”
Narin sesi her an kırılacak gibiydi.
“Bahar gelmiş anne, çiçekler beni bekliyor. Gelirim birazdan.”
“Peki kızım, beni merakta koma.”
Genç kız her gün yürüyüşe çıkardı. İçine kapanık, adeta kara kutuydu. Onun bir sırrını bilen birileri yoktu dünyada. İşi gücü çiçeklerdi. Öyle ki odasında her yerden topladığı çiçekleri vardı. Onlarla gün boyu konuşur, bebeği gibi ilgilenirdi. Annesi tandır evinden çıktığı vakit gözleri kızını aradı. Lakin göremedi hiçbir yerde. Epey geç olmuştu. Geçen her dakika daha çok meraklanıyor, aklına kötü şeyler geliyordu.
Bir süre daha gelmeyince hemen Emine hanımı ve Sakine Ana’yı haberdar etti. Kısa bir üre sonra bütün köye haber salındı. Herkes cennet gibi bir köyde bir meleği aramaya koyuldular. Evde annesi ve köy kadınları büyük bir endişe içinde bekliyorlardı. Köyün erkekleri ise her tarafta kızı arıyorlardı.
İkindi vakti kızın annesi uzaktan gelen sesleri işitti. Sesleri kötü haberin acı çığlıklarını sunuyordu semaya. Köylünün ellerinde gelen kızın cansız bedeni annesinin acı çığlığına rağmen hareket etmiyor kızı koşup annesine sarılamıyordu. Çiçekler utancından solmuşlardı. Herkes sessizliği gömülmüş ve her biri suçluymuşçasına yüzlerini saklıyorlardı. Belki de gözyaşlarını saklama çabalarıydı bunlar. Garip ana ağıtlar yaktı uzunca. Ağlayacak takati kalmayana dek canı yandı, sonrasında baygın halde adını sayıkladı. Bunun üzerine gözyaşlarını silen Sakine Ana güçlükle çıkan sesiyle sordu.
“Ey ahali, söyleyin gören var mıdır?”
Deli Rıfkı, yine ortaya atılmıştı. Acısı da delirmiş gibi çıkıyordu ağzından.
"Ben gördüm, ben. Öldü o ana.”
“Anlat hele Rıfkı, nasıl oldu? Neye üzüldü de ağladı.”
“Ağlamadı ki, gülüyordu o. Evet gülüyordu, yaa!”
Bir korku sardı bütün evi. Birbirlerine baktılar. Sakine Ana da durgunlaştı bunun üzerine. Birkaç dakika sonra kendisine gelebildi.
“Gülüyor muydu? Anlatsana Rıfkı baştan.”
Rıfkı içerisindeki sevgiden doğan gözyaşlarıyla anlatmaya koyuldu.
“Ana ana, onu köyün çıkışındaki bağda gördüm. Dolanıyordu. Yaa! Ama beni görmedi. Çok seslendim ona, ama beni duymadı, yaa! Eğilmiş bir çiçeğe bakmaya başladı. Sonra gülümsedi. Evet evet gülümsedi. Ta ki sevincinden ağlayana dek. Evet evet, önce gülümsedi ve ağladı sevincinden, yaa! Ve sonra yere serildi ana.”
Rıfkı deliydi ya, fakat öylesine ağlıyordu ki içten. Sakine Ana da ağlıyordu, hem kendi ağlıyor, hem ağzından çıkan sözler.
“Hanım kızımız bizlere güzelliği öğretti. Gülümsemeyi öğretti. Ağlamanın güzelliğini sundu bizlere. O sevincinden ağladı. Bizler bunu hesap edemedik. Bir çiçeğin güzelliğine ağladı, yaradılışına ağladı.”
İnsanlar ağlamak denen olguyu hep horlamışlardı dünyada bulundukları süre boyunca. Gülümsemeyi unutmuşlardı. Aslında her gülen yüz ağlayan bir çift gözü taşıyordu. Gözyaşları sevinçten çıkamaz mıydı? İnsanoğlu ağlamayı yanlış tanımıştı. O gün köy ahalisine miras kaldı gülümsemek. İyilik o güzel kızın sevinç gözyaşlarından miras kaldı insanlığa. Ağlamanın faziletini öğrendiler. Rıfkı o çiçeği anlattı uzunca.
“Ben görmedim ana. Daha önce böyle güzel bir çiçek görmemiştim.”
O çiçek masmaviydi, tıpkı gökyüzü gibi. Gözyaşlarıyla suladı çiçeği.
Genç kız yaşamıyordu ama sinesinde hala gülümsüyordu.
Metin Karabaşoğlu'ın Yazısı.