Depresyonun Beş Sebebi
Ömer Öztürk
Depresyon (Ruhî Çöküntü), 1980’li yılların sonlarına doğru memleketimizde duyulmaya başlanmış, 1990’lı yılların ilk yarısından itibaren de 7’den 70’e, bilen-bilmeyen, herkes tarafından sıklıkla kullanılan bir kelime hâline gelmiştir. Gel zaman git zaman, bu kelime şekil, kılık, boyut ve mânâ değiştire değiştire günümüze kadar ulaşmıştır.
Bu değişim mefhûmundan hareketle, şunu baştan ifade etmeliyim ki, benim çocukluğumdaki depresyon vakıası ile bugünkünün uzaktan-yakından bir alakası mevcut değildir. O devrin depresyon kurbanları en fazla üzülür, içine kapanır, hayata küserlerdi. Bugünküleri ise bu kadarı pek kesmiyor. Ya kendini, ya muhatabını öldürüyor. Eşini, çoluğunu-çocuğunu, akrabasını katlediyor. Okulunu, işyerini basıyor. V.s. v.s.
Anlayacağınız, işler epey terakki kaydetti.
Eskiden, hele daha da eskiden, bu nevi cinayet vakaları nadiren vuku bulur ve toplumda müthiş bir infiale yol açardı. Diyelim, cinayet Üsküdar Salacak’ta mı işlendi, fail Salacak Canavarı diye nâm salar, bu fiili Kasımpaşa’da işlediyse, Kasımpaşa Canavarı olarak dillere dolanır, nesilden nesile anlatılagelirdi. Asrımızda (yâni 2000 senesinden itibaren başlayan 21. Asırda) ise, tıpkı ünlüler gibi, canavarların da sayısı arttı ve artık canavarlık harcıâlem işlerden biri hâline geldi.
Depresyona girmemize sebep olan unsurlardan birkaçını, gençlerin istifadesine medar olacağı ümidiyle açıklamak istiyorum:
Depresyona girmemizin birinci ve en önemli sebebi:
Allah tarafından dünyanın eksik ve kusurlu yaratılmış olması, herşey gibi mutluluğun da bize kısıtlı oranda verilmiş olması, bir alınıp bir verilmesidir.
Yılın 365 günü havalar güneşli, latif ve hoş gitmediğine göre, 365 gün kesintisiz mutluluk da mümkün olamayacaktır. Sonsuz saadet bizlere ahiret hayatında vaad edilmiş bulunmaktadır ama bu da ancak ve ancak bu dünyada gerekli şartlar yerine getirilirse mümkün olabilecektir.
İkinci sebep:
Çağın değişmiş, kendimizi bir çağ yangınının orta yerinde bulmuş olmamızdır. Pek çok yazımda işaret etmiş olduğum üzere, dostluk, vefa, akrabalık (mesela sıla-i rahm’in yerlerde sürünüyor olması) v.s. bağların zayıflamış olmasıdır. Çocukluğumda bir Ramazan ayında tam 11 kere komşu iftarına gittiğimizi bilirim. Bugünse değil Ramazan’da hiçbir dönemde komşuluk kalmadı. Çocukluğumda ilkokul kitaplarımız “hasta komşumuza bir tas çorba götürmenin faziletlerinden” bahseden okuma parçalarından geçilmezdi; bugünkü ders kitapları nelerden bahsediyor, doğrusu çok merak ediyorum.
Üçüncü sebep:
Aşırı iletişim ve sosyal medya çağında yaşıyor olmamızdır. Üç-beş gün evvel, Türkiye gazetesinde bir haber vardı: buna göre İngiltere’de bir genç kız aşırı sosyal medya ve cep telefonu mesajına maruz kaldığı için intihar etmiş.
Bu sosyal medya ve cep telefonu da Çin İşkencesi gibi bir şey. Çinliler bir mahkûmu hücreye kapatır, matruş (traşlı) kafasına mütemadiyen su damlatırlarmış. Önceleri bu durumu tolere eden (hoşgören, kabullenen) mahkûm zamanla çıldırırmış.
Şu an biz de sanki bir nevi Çin işkencesi altındayız. Şüphesiz aşırı iletişim bombardımanı altındayız ama bu, insanların ruhlarından ziyâde ceplerine yönelik bir iletişim taarruzu.
Ruhlarımız sakat, ve ahir zaman psikolog ve psikiyatrları gazetelerin çarşaf çarşaf neşrettikleri içtimaî facia haberlerini katiyen azaltamıyor.
Dördüncü sebep:
Hayal kırıklığıdır. Geçen gün bir dost meclisinde anlattılardı. İki genç nişanlanmış, her türlü hazırlık tamamlanmış, tam evlilik aşamasında kız ve dolayısıyla kız tarafı cayıvermiş. Böyle bir durumda erkeğin yaşayabileceği hayal kırıklığını tasavvur edebiliyor musunuz? Hele de dünyaya fazla bağlı ve imanı zayıf bir kimseyse yandı gülüm keten helva. Son zamanlarda gerek kız, gerek erkek hesabına artan bu nevi hak ihlâllerinin öbür taraf için çok ciddi bir kul hakkı teşkil edeceğini bilmem yazmama gerek var mı?
Beşinci sebep:
Fakirliktir. Yaratılan sunî ihtiyaçlar, olmazsa olmaz gösterilen mefhumlar, maalesef, paraya tapınma mesaisini günden güne çoğaltıyor. Ahlak, fazilet, ilim gibi kıymetler yerine zenginlik, lüks, sefahat gibi zararlı kavramlar ön plana çıkarılıyor. Fakirlik ayıpmış gibi gösteriliyor. Neticeten, dar gelirliler bunalıma giriyor.
Fakirliğin insanları nasıl çaresizliğe sevk edip ağır depresyona sürüklediğini geçtiğimiz günlerde İtalya’da yaşanan taşlı-sopalı, kanlı-canlı sokak hâdiselerinde bir kere daha gördük. O İtalya ki, kültür, sanat, tarih ve medeniyetin beşiği bir memleket. Ama bunların hiçbiri halkının ümitsizliğe düşmesine mâni olamıyor.
Depresyonun daha onlarca sebebi, alış-veriş ve internet bağımlılığı gibi şekil değiştirmiş tezahürleri de mevcuttur. Ayrıca kış aylarında da insanlar depresyona giriyor. Soğuk, havaların hep kapalı olması insanları kapalı alanlara daha çok hapsediyor. Bazı hayvanlar, mesela ayı, bu sıkıntılı kış sürecini uykuda geçiriyor. İnsanlar da soğuk havalarda ısınmak için daha çok yemek yiyor. Buna hareketsizlik de eklenince, kilo almak kaçınılmaz oluyor.
Depresyon ile mücadelede iman, ibadet ve Allah ile irtibatı koparmamak hayatî ehemmiyet arz ediyor. Bilhassa, depresyonun en bâriz belirtilerinden biri olan “tükenmişlik sendromu”na kapılmamak, veya hiç olmazsa daha uzun müddetle bu sendromdan korunmak için ibadetleri ve zikrullahı aksatmayıp hep hayırlı amellerde bulunmalı ve gıybet, dedikodu gibi kalbi karartan zararlı itiyadları bir ân evvel terk etmeli…
GENÇ'ın Yazısı.