Ayşe Büşra Aydemir

Birilerinin uzay boşluğunda Allah’ı bulması, birilerinin ise bir damla suda kendini kaybetmesi an meselesi...

Yaratılış gereği ‘’merak’’ adı verilen elle tutulamayan ama sonuçlarına beş duyu organımızla katlandığımız yer yer nimet olan ama zaman zaman da külfete dönüşen bir dürtüye sahibiz. Her ne kadar atalar ‘’fazla merak iyi değildir’’ deseler de günümüzde olduğu gibi tarihte de muhalif ataların varlığı biliniyordu. Her atasözünü yalanlayan mutlaka bir başka atasözü olsun diye mi bilinmez ‘’bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıp’’ deyivermişler. Muhtemelen doğrusu ‘’bilmemek ayıp değil, bilmemen gerekeni öğrenmek ayıptır’’ olacaktı ama ah bu yalan tarih!

İşte insanoğlu hep bu bir şeyleri bilmeye, öğrenmeye, araştırmaya sebep olan merakı sonucu yürümeye başlar başlamaz koşmak, konuşmaya başlar başlamaz soru sormak ister. Her canlı doğar, büyür, yaşar, yaşlanır ve ölür ama bütün bu eylemler merakla eş zamanlı birer operasyon gibidir. Bilinmeyeni bilmek, ona sahip olmak dürtüsü daha bebekken kendini iki yaş sendromu olarak gösterir. Halk arasında ‘’Anne! Bu ne? Sendromu’’ olarak da bilinen bu masum sürecin yetişkinlerde görülen safhalarına isimlerden isim beğenmek bile zor olsa gerek. Gelin biz buna ‘’tefekkür’’ ve ‘’tecessüs’’ diyelim. Birisi Allah’ı, diğeri kulunu araştıran iki bil-im dalı...

İsviçreli bilim adamları ölümsüzlüğün sırrını, matematikçilerin çözümsüz problemlerin cevabını, fizikçiler evrenin ötesindeki veya berisindeki paralel evrenleri, ilahiyatçılar kutuplardaki namaz vakitlerini ve öğrenciler birbirlerinin burs bedellerini merak ederler... Söz konusu siyasiler olunca merak yelpazesi bir hayli genişlerken, kamuoyun nezdinde merak 5N 1 K olarak özetlenebiliyor.

Bu merak hali, bir bumerang misali sorularınızı ne kadar uzağa attığınıza aldırmadan, doğru veya yanlış cevapları alıp bir şekilde size getiriveriyor. Yani birilerinin uzay boşluğunda Allah’ı bulması, birilerinin ise bir damla suda kendini kaybetmesi an meselesi...

Hal böyle olunca, şeritlerin hayır ve şer olarak ikiye ayrıldığı duble yollar tecessüs ve tefekkür sapağında birbirinden uzaklaşıyor. Kişinin kendi nefsini bilme çabasıyla O’na yaklaşması, başkasının nefsini bilme çabasıyla O’ndan uzaklaşması...

İnsanlığının 2000. yıllarını yaşarken dahi merakının sınırlarını sanal âlemde zorlayan, 2000 yaş sendromundan muzdarip dünyalılar olarak biz, Allah’ın nimetlerinin değil, kulunun cürümlerinin merak edildiği alanlarda hobi olarak ‘’ayıp araştırmacı gazeteci yazarlık’’ yapıyoruz. Mail kutularımız vesveselerle doluyor, şeytan.com’dan gelen spamlarla baş edemiyoruz...Twitter da yazıyor da yazıyor...

Tıpkı bir radar gibi günahı yakaladığımız an cezayı kesiveriyoruz... Ceza çoğu zaman bütün sanal âleme günah kokulu bir twit geçmek oluyor... Bazen bir kısa film çekmek... Bazen bir dizi senaryo yazıvermek...

Bilgisayar faresinin imleciyle Google Earth’un Mekke izdüşümünde haccedenlerimiz veya bir tıkla zekât verenlerimiz, söz konusu günahkâr cezalandırmak olunca, sosyal medyada insanları çarmıha gerip, gerekirse recm edebiliyorlar. Oysa insanlık henüz Google’u keşfetmemişken merak ettiklerini yalnızca annesine sormakla yetinebiliyordu. Analar yalan söylemiyordu. Ama daha da önemlisi hiçbir soru cevabıyla iftira etmiyordu. Bir zamanlar hemen hemen tek bilgi kaynağı analar olan bu canlı türü, merakından değil ama insanlığından çok şeyler yitirmiş görünüyor...

Tam bir ‘’merak savar’’ olan hoş bir fıkrada; Bir Japon karısına der ki:

- Tiki taki

Karısı cevap verir:

- Kua nini

Japon üzülerek yanıt verir:

- Taka anji radiyumba yaku

Karısı ağlayarak cevap verir:

- Mimi takunı kakabında misa mihi

Sanki bir şey anlıyormuş gibi hâlâ okuyorsun değil mi? Sana ne milletin ailevi sorunlarından?


GENÇ'ın Yazısı.