İmrenilen Adamlık
Yâhu güzel kardeşim; Allah aşkına sen nasıl bir adamsın? Bak şu davetli listesine, en başta senin adın yazılı. Bu tertibi ben hazırladım. Bekçi seni içeri alıyor, “olur” diyorsun, dışarı yolluyor “tamam” diyorsun. Söylesene nereden geliyor bu edep, bu ahlâk, bu has adamlık?
Vaktiyle, bir beldede, gayet mütevazi, hâl ehli, yoksul sayılabilecek kadar da dar gelirli bir adam yaşarmış.
Bulunduğu ortam ve meclislerde, sükût ile söylenenleri dinler, çok lüzum etmedikçe konuşmaz, olanları izler, kendince hissettiklerinden ders ve vazifeler çıkarmaya çalışır, sessizce geldiği yerden yine sessizce ayrılır gidermiş.
Dost, akraba, komşu ve yakınları ile de hayli geçimli olan bu zât, o diyarın en varlıklı insanının iyiden iyiye dikkatini çekmeye başlamış.
Bu zengin kişi, bütün varlığıyla bir türlü bulamadığı kalbî huzuru, bütün yokluğuyla tüm benliğinde taşıyan bu adamın sahip olduğu hikmete erişmeyi arzulamış.
Bunun için bir plan hazırlamış.
Hazırladığı senaryo gereği bir ziyafet tertip edecek, isim isim belirlediği davetlileri, köşküne, kapıda elinde liste ile misafirleri içeri buyur edecek bir bekçi nezaretinde alacakmış.
Ziyafetin günü gelmiş çatmış. Görevli bekçi köşkün kapısına gelen kişilere isimlerini soruyor, listede adı olanları içeri alıyor, böyle büyük bir ziyafeti nimet bilip kendisi listede bulunmadığı hâlde kapıya dayanan avantacı tâifeyi de oradan uzaklaştırıyormuş.
Belirlenen saate en yakın vakitte köşkün kapısına o hâl ehli fakir adam da gelmiş.
Selam verip kapıdan edep ile içeri girmeye yeltenecekken, bekçi tarafından durdurulmuş:
-Afedersiniz, isim listemizden kontrol etmeden alamıyoruz, kimdiniz acaba?
-Tabi kardeşim, Boztahtalı Ali Efendi derler..
Listeye şöyle bir göz atan bekçi, misafirin listede adının olduğunu söyleyerek mütebessim bir çehre ile onu içeri buyur etmiş.
Ali Efendi içeri doğru henüz birkaç adım atmış ki, bekçi arkasından seslenmiş:
-Bir dakika! Bir dakika! Sizin isminiz Bozbohçalı Ali Efendi miydi?
-Hayır, Boztahtalı Ali..
-Çok özür dilerim burada öyle bir isim yazılı değil, sizi içeri alamayacağım..
-Peki, demiş Ali Efendi. Daha yeni girdiği kapıdan çıkmış ve bastığı yeri incitmeme titizliğindeki adımlarıyla geldiği istikamete doğru yürümeye başlamış.
Köşkten, daha çok da uzaklaşmadan bekçi arkasından seslenerek onu durdurmuş:
-Sizden çok özür dilerim; Boztahtalı Ali Efendi demiştiniz değil mi?
-Evet, öyle demiştim.
-Alt satırlara doğru yazılmış isminiz, görememişim. Kusura bakmayın, buyurun sofraya.
-Olur, demiş Ali Efendi. Köşkün bahçe kapısından tekrar içeri girmiş. Tam ayakkabılarını çıkarıp içeri geçecekken bekçi tekrar belirmiş önünde:
-Size karşı da çok mahcup oluyorum ama bugün ne kadar da dikkatsizim. Siz bana Ali diyorsunuz, oysa ben Veli anlıyorum.
Sizi alamayacağım. Ne yazık ki isminiz listemizde yer almıyor.
-Peki, demiş Ali Efendi. Elinde usulca çevirdiği tesbihi ile dili arasında görünmez bir bağ kurarak yönelmiş tekrar dönüş yoluna.
Bütün olan biteni yukarıdaki pencereden sabırla izleyen ev sahibi artık tahammül edememiş, yıldırım hızıyla merdivenlerden inerek dışarı fırlamış, Ali Efendi’ye erişerek onun kolunu usulca tutmuş ve durmasını sağlamış:
-Hayırdır Efendi, buyurun.
-Ben içinde ziyafet tertip edilen şu köşkün sahibiyim.
-Evet, tanıdım sizi; buyurun.
-Yâhu güzel kardeşim; Allah aşkına sen nasıl bir adamsın? Bak şu davetli listesine, en başta senin adın yazılı. Bu tertibi ben hazırladım. Bekçi seni içeri alıyor, “olur” diyorsun, dışarı yolluyor “tamam” diyorsun. Söylesene nereden geliyor bu edep, bu ahlâk, bu has adamlık?
-Estağfirullah.. Estağfirullah, demiş Ali Efendi; sonra eklemiş:
-Efendi, bir köpeğe bile “küçü küçü” dersin, hemen gelir, afedersin “hoşt” dersin, çeker gider. Bir köpek kadar da mı olmayalım?
Yaa... Yaa... İşte böyle...
Fazla söze ne hâcet?
Dememiş mi Sahibü’l Vefâ Merhum Mûsâ Topbaş Dedemiz:
“Dünyada “peki” demeyi bilenin, âhirette karnesi “pekiyi” olur.
Halit Yasir Özoğul'ın Yazısı.