Ayşe Büşra Aydemir

Afrika’nın kaderi bile kara kalemle yazılmış belli ki. Cehaleti dahi sömürülmeye tâbi...

Birileri bir yerlere bir şeyler götürmekten bahsedince korkuyorum. Götürmek eyleminin karşılığı hep oralardan da bir şeyler götürmek oluyor çünkü... Dünya tarihine altın kurşunlarla mıhlanmış, tarihî tekerrürlerle sağlaması yapılmış çıkarımlar bunlar... Amerika’nın Irak’a demokrasi bombardımanı yapması ve hiç de demokratik olmayan yollardan Irak petrollerine el koyması, İngiltere ile beraber dünyaya barış getirmeye ant içmesi...

Daha öncesinde de üzerinde güneş batmayan imparatorluk göz açtırmıyordu ki dünyada, insanlar güneşin battığını görsün. Sahi Avrupa’nın bedevîleri değil miydi Afrika’ya medeniyet götürmek iddiasındakiler? Atalarından miras kalan bu anlayışla Amerika’ya göçünce tam bir sonradan görmelikle yok ettiler şehirli ama kızıl derili insanları. Batı’yı tamamen temizledikten(!) sonra demokrasi, barış, medeniyet gibi elle tutulup gözle görülemeyen, yükte hafif pahada ağır şeylerin batıdan doğuya getirilmesi mevzu bahis oldu. Red Kitt’in gün batımına doğru ilerlerken beraberinde götürdüğü adalet, güneşin doğduğu yerlere gelindiğinde atının terkisinde görünmüyordu.

Yine birileri bir yerlere medeniyet götürdüğünden falan bahsederek yürek kıyıcı cümleler sarf etmeye başladı. Bu insanlara Amerikan miras bekçileri mi, ecdadın miras yedileri mi desek bilemiyorum. Doğulunun sahip olduğu maddî-manevî üstünlükleri her dâim kıskanan ve onlara sahip olamamanın verdiği aşağılık kompleksiyle ‘’Yamyamlara medeniyet öğrettik’’ masalını anlatmaya başlayan Batılı, söz konusu medeniyetin önsözünü İncil’le yazmıştı. Biz Müslümanlar ne ile devam ettiriyoruz?

Afrika’yı soyup soğana çevirdikten sonra alacak hiç bir şeyleri kalmadığında bu defa da derilerine göz diktiler insanların. Zenci dedikleri insanları yüzyıllardır yiyip bitiremediler. Afrika’da yamyamlık tarihi, coğrafî keşiflerle başlıyor olsa gerek. Medeniyet nâmına ellerinde olan tek şeyi bütün çıplaklığıyla Afrika’ya getirdiler ki, çıplaklıkta da zaten Afrika Avrupa’dan daha medenî idi...

Ecdad ise ne bir DİZİ siyasi oyunla, ne de kılıç zoruyla bir yerlere bir şeyler götürmedi. Bizzat kendisi gitti. Gittiği yerdeki insanlar İslam’a bilvesile adalete, barışa, medeniyete kendi istekleriyle dâhil oldular çünkü medeniyet seviyesine yükselmeleri için bir merdivene ihtiyaç yoktu. Allah Tealâ insanlığın seviyesine indirmişti zaten adaleti, barışı, medeniyeti İslam adıyla. Bu medeniyetin sancağını taşıyanlar bir imparatorluk uzağındaki insanlığın ayağına kadar gidebiliyordu. Heybeleri dolu gittikleri yerlerden, bir avuç din kardeşi ile dönmekten başka amaçları da yoktu.

Omuzlarımızda taşıdığımız dünyayı kurtaran imparatorluğun oğlu misyonuyla, dünyanın kapısını böbürlenerek çalıp, kibirle çarpıp çıkarsak ecdadımızı da, ümmetin ilk öğretmeni Efendimizi de incitiriz sanırım. Çünkü Allah’ın bir koyun çobanı iken peygamberlikle müjdelediği o kullar; medeniyet denilen şeyi Allah’ın yeryüzüne birer çivi olarak çaktığı dağlardan, ümmetlerinin ayağına kadar bir tevâzu ile taşıdı. Musa’nın (as) Tur Dağı’ndan, Hz. Muhammed’in (sav) Hira Dağı’ndan indirdiği medeniyet aynı medeniyetti. İzlenmesi gereken yol ve üslup ise şu şekildeydi...

Ey örtünüp bürünen (Peygamber!)

Kalk da uyar.

Rabbini yücelt.

Nefsini arındır.

Şirkten uzak dur.

Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma.

Rabbinin rızasına ermek için sabret. (Müddesir 1-7)

Efendimiz’in (sav), cahiliye toplumunun köşe taşlarından, bir Asr-ı Saadet toplumu inşa etmesi bu yedi adımı atarak mümkün oldu. Sabırla ve peygamberimizin ahlâkıyla, vakarıyla yapılan her hizmetin; hedefini yüzyıllar sonrasında dahî isabet ettirdiğini görebiliyoruz. Ancak bu yedi adımla ezelî ve ebedî medeniyetler seviyesine erişmek mümkün.

Fakat Afrika’nın kaderi bile kara kalemle yazılmış belli ki. Cehaleti dahi sömürülmeye tâbi...


GENÇ'ın Yazısı.