Yamyamlık, Gültekin Avcı ve Bazı Yanlışlar
Dershanelerin kapatılması mevzusu konuşulurken Gültekin Avcı’nın attığı bir twet sosyal medyayı salladı. Gerçi sosyal medya zaten başlı başına bir sallantı. Neydi o twet: “Adını bile duymadığınız yaban ellerde yamyamlara medeniyet öğreten insanların feryatları ne zaman kara propaganda oldu.” Gültekin Avcı’nın ırkçı olduğu için değil “abartıyorum çünkü anlaşılmak istiyorum” kaidesince bu lafları ettiğine inanıyorum. Peki nedir yamyamlık ya da kanibalizm? Afrika ile neden özdeşleşmiştir? Yamyamlık tarihinin insanlık tarihi kadar eski olduğu düşünülüyor ve yeryüzünde tüm kıtalarda görüldüğü ileri sürülüyor. Özellikle Avustralya ve Amerika kıtası başı çekiyor. Son yıllarda yapılan bir araştırmada Avrupalıların da ortaçağın sonlarına kadar insan bedeninden belirli kısımları şifa ya da dinsel açıdan kıymet vererek yediği ileri sürülüyor. Yamyamlığın özellikle Afrika yerlilerine hasmış gibi gösterilmesinin ideolojik boyutları var. Biz onlara medeniyet götürüyoruz diyerek sömüren, zaten onlar yamyamdır diyerek köleleştiren bir zihniyetin ürettikleri algılarımızdan uzun yıllar silinmeyecek gibi görünüyor.
Bazen itibarsızlaştırmak için de yamyamlık suçlaması yapılmaktadır. Özellikle Kunt Hamsun’un İstanbul ziyaretini anlattığı anılarında geçen ‘Türkler adam yemekten vazgeçeli beri, bir arada bulunmanın bir tehlikesi kalmamış artık.’ sözleri gayet manidardır. Evet bir zamanlar vahşi Türkler, yamyam Türkler diye iftira edilmiş bir milletiz. Ama bu dershaneler yüzünden birbirimizi yediğimiz gerçeğini değiştirmiyor :)
Dom-tom da Nedir?
Fransa’nın denizaşırı bölgelerini ifade eden kısaltma yani departement outre mer ve territoire outre mer sözcüklerinin kısaltılmışıdır. Afrika kıtasının hemen sağ alt kısmında gördüğünüz Madagaskar adası etrafındaki birkaç ada da Fransa’ya aittir ve dom-tom olarak ifade edilir. Bu adalardan biri Mayotte’dir. 1976’da Fransa’nın bir parçası olmuş, 2011’den beri ise Fransa’nın bir ili olarak kabul edilmiştir.. Özellikle civardaki hamile kadınlar kaçak olarak bu bölgeye gelip, doğumu burada gerçekleştiriyorlarmış. Sebebi ise doğan çocuğun Fransız vatandaşı olması... Mayotte, Fransa Ulusal Meclisi’nde bir milletvekili ile temsil edilmektedir. Tüm bunlara rağmen Mayotte halkı için değişen bir şey yok, Fransızlar gelip tatil yapıyorlar, halk ise açlık sınırında yaşıyor. Fransa denizaşırı bir adayı il yaparak sömürgenin şeklini değiştiriyor sasadece…
Biri Küreselleşme mi Dedi?
Evet her şey hızla ilerliyor, kültürler kültürlerin içinde eriyor. Enerji hatları, hava trafik koridorları, internet, karayolu ve demiryolu ağları, sualtı kabloları, boru hatları, deniz taşımacılığı yolları ve diğerleri ile insan dünyada var olduğunu gözler önüne seriyor. Peki tüm bu bağlar insanları gerçekten birbirine bağlıyor mu? Dünya gerçekten küçük bir köy mü? Dünyanın uzaydan çekilen ve üzerindeki enerji akışlarını gösteren iki gece fotoğrafı var aşağıda. Takdir sizin.
La Vie Sur Terre (Yeryüzünde Hayat)
Abdurrahman Sissoko, Moritanyalı bir yönetmen ama Mali’de büyümüş. Onun pek çok filmini izledim. Küreselleşme, sürgün ve ayrışma temalarını işlediği filmleri hem görsel açıdan hem de belgesel niteliği taşıması açısından oldukça önemli. Bamako filmi ne kadar konuşmanın filmiyse La Vie Sur Terre (yeryüzünde hayat) o kadar susmanın filmidir diyebilirim. Film boyunca Mali’de bir kasabanın sokaklarında geziyor, duvar diplerinde güneşin yönüne göre konum değiştiren insanların ‘radyo colon’ dinleyişine tanık oluyorsunuz. Pirinç tarlalarının sesi, kuşların cıvıltısı, Sokolo postanesi, berberler, fotoğrafçılar, üstü açık banyolar, düşmeyen numaralar, eski kayıt cihazları ve bir Afrika kasabasında gündelik yaşamın en naif tarafları. Uzun yıllar sonra bir daha ayrılmamak üzere kasabasına dönen bir gencin dilinden dinleyerek izliyoruz tüm bu görüntüleri. O diyor ki: “Sizden uzaktayken öğrendiğim şeyler, bizimle ilgili unuttuklarıma değer miydi!” Sissako’nun bu filmini keşfetmeye çağırıyorum herkesi. Özellikle şair ve hikaye yazarı olan tüm arkadaşları.
Cape Town Öyküleri
Ahmet Sait Akçay edebiyat dünyamızın dolu isimlerinden biri. Güney Afrika’nın ve genelde Afrika’nın zihinlerdeki görüntüsünden çok uzakta Avrupai bir şehir olan Cape Town’da Islamic Studies Bölümünde araştırmacı olarak bulunuyor yazar. Deneysel öykülerinin yer aldığı Cape Town Öyküleri kitabı, yazara has kafa karıştırıcı ve yoğun anlatımlı mikro öykülerden oluşuyor. Öykü ile özellikle deneysel öykü ile alakası olmayanların okurken “bu ne” diyebileceği türden öyküler var kitapta. “Zaten anlaşılan bir şeyi anlayan çok az şeyi anlıyordur” mantığından yola çıkarak, anlaşılmaz olanı anlamaya çalışmak için bu kitabı okuyabilirsiniz. Siyah kıtanın netameli, acı dolu şehirlerini belki de en güzel bu yöntemle anlayabiliriz. Deneysel, kurmaca, biçimsel ya da anlaşılmaz:) öyküleri okuyup da sayfaların sonuna geldiğinizde yazarın birkaç sayfa süren kitabı özetleyen belki de şerh eden metnini okuyunca suyun üzerine çıkıp derin bir nefes almış gibi oluyorsunuz.
Efendimizi Büyüten Afrikalı
Peygamber efendimizin dadısı Ümmü Eymen, Habeşistanlı (Etiyopya) bir cariye idi. Peygamberimizin “annemden sonra annem” iltifatına nail olmuş bu fedakar hanım, Hz. Amine öldükten sonra emanetin büyüklüğünü hissetmiş ve ömrü boyunca Peygamberimiz’e hizmet etmeye kendisini adamıştı. Efendimiz peygamberliğini ilan ettiğinde ona ilk inananlar arasında Ümmü Eymen’de vardı. İlk Müslümanların çektiği sıkıntıları o da çekmiş ama imanından taviz vermemişti. Bir savaşta eşini kaybedince Efendimiz “Cennet ehlinden bir kadınla evlenmek isteyen Ümmü Eymen’le evlensin.” buyurdu. Bunun üzerine Zeyd bin Haris kendisi ile evlenmiştir. Ümmü Eymen radyalluhu anha, Peygamberimiz öldükten sonra bile ona olan sevgisi ile gözyaşı dökmeye devam etmiştir.
Ayın Afrikalısı
Ayın Afrikalısı geçtiğimiz ay hayatını kaybeden Nelson Mandela’dır. Ömrünü ırkçılığa ve ayrımcılığa karşı mücadele vererek geçiren Mandela, Türkiye’de (özellikle Kürt sorununda) yaşanan baskı ve insan hakları ihlallerini gerekçe göstererek Atatürk Barış Ödülünü (1992) kabul etmemişti. İşte o dönem Beyaz Türkler tarafından atılan manşet!
Ayşegül Genç'ın Yazısı.