Fıkıhta Şafi, itikatta Eşari, tarikatta ise Nakşibendî ekolüne dayanan bir gelenekten gelen Taylandlı Müslümanlar Bangkok’un kenar mahallelerinde asimilasyon tehlikesine karşı varoluş mücadelesi veriyorlar.

10 saatlik bir uçak yolculuğunun ardından ulaştığım Bangkok’ta, çalışanlarının tümünün Müslüman olması nedeniyle tercih ettiğim otelde kısa bir süre dinlenip ilk fırsatta kendimi sokağa atıyorum. Kendimi sokağa atar atmaz da her yerden gelen birbirinden farklı baharat kokuları ile karşılaşıyorum. Bangkok son derece hareketli, bir o kadar da renkli bir şehir. Caddeler yolcu taşıyan pembe taksilerle ve ‘‘tuk tuk’’ ismi verilen üç tekerlekli motosikletlerle dolu. Şehirde gezerken büyük alışveriş merkezlerinin bitişiğindeki gecekondular hemen dikkatimi çekiyor. Bangkok’un bir başka yüzünü gözler önüne seren bu gecekondular çarpık kentleşmeyi de ele veriyorlar. Her adım başı bir meyve satıcısıyla karşılaşıyorum ve tezgâhların önünü dolduran müşterilerin dilimlenip poşetlerin içine doldurulan meyveleri zevkle yemelerini seyretmeye başlıyorum. Küçük şeylerle mutlu olmasını bilen insanlar gittiğim başka şehirlerde olduğu gibi burada da ilgimi çekiyor. Yol boyunca karşıma çıkan Buda heykelleri ve ruh evleri nedeniyle gizemli bir dünyada olduğumu fark ediyorum. Fakat şehri gezdikçe içimi kaplayan huzursuzluk daha da artıyor. Sürekli bana huzur verecek Müslüman yüzleri arıyorum.

KRALA İLGİ KORKUDAN MI SEVGİDEN Mİ?

Bir Güneydoğu Asya ülkesi olan Tayland’ın nüfusu bugün 70 milyonu aşmış durumda. Nüfusun 10 milyonu ise Tayland’ın başkenti ve en kalabalık şehri olarak bilinen Bangkok‘ta yaşıyor. Para birimi Baht olan Tayland’ın başkenti Bangkok, turizm ve ekonomi olarak Asya’nın en gelişmiş başkentleri arasında sayılıyor. Ülkede halkın yüzde sekseni Budizm’e inanırken Müslümanlar nüfusun yüzde dokuzluk kısmını oluşturuyorlar. Taylandlılar 4 yılda bir seçimlere katılsalar da ülke 1946 yılından beri Çakri Hanedanı’na mensup krallar tarafından yönetiliyor. Hatta Bangkok’ta gezerken her köşe başında krala ait resimlere rastlıyorsunuz. Krala gösterilen bu ilginin sevgiden mi yoksa korkudan mı olduğu ise tartışmalı bir konu. Her mevsim sıcak olan başkentte trafik de bir hayli sıkışık. Bu yönüyle Bangkok bana Mısır’ın başkenti Kahire’yi hatırlatıyor. Dünyanın en çok ziyaret edilen ilk 10 başkenti arasında yer alan Bangkok’ta Kraliyet Sarayı, Şafak Tapınağı, Yatan Buda Tapınağı ve suyun içindeki Yüzen Pazar turistlerin en çok ilgi gösterdikleri yerlerin başında geliyor.

BUDA’YA SUNULAN YİYECEK VE İÇECEKLER

Budizm; kültürüyle, ritüelleriyle, simgeleriyle başkent Bangkok’a tamamen damgasını vurmuş. Bangkoklular güne, ellerindeki yiyecek kaplarıyla sokakları gezen Budist rahiplere yiyecek ikram ederek başlıyorlar. Budist rahipler de tıpkı Hıristiyan papazlar gibi hayatları boyunca evlenmiyor ve geçimlerini halktan topladıkları yardımlarla sürdürüyorlar. Bangkok’un bütün sokakları Buda’nın heykelleriyle dolu ve halk bu heykellere yiyecek ve içecek ikramında bulunuyor. Heykellerin önünde bir gün bekletilen yiyecek ve içecekler daha sonra yenileriyle değiştiriliyor. Yani bir zamanlar Mekkeli müşrikler, puta tapıcılar ne yapıyorlarsa Bangkoklu Budistler de aynısını yapıyorlar. Bangkok’ta gezerken çok şaşalı Buda heykellerine de rastlıyorsunuz. Boyları 5-6 metreyi bulan bu heykellerin bazıları da tamamen altınla kaplanmış.

ŞİRK KARANLIKSA TEVHİD AYDINLIKTIR

Wat adı verilen Budist tapınaklarının Tayland toplumunun üzerinde önemli bir yeri var. Bu tapınaklarda insanlar ibadet etmenin yanı sıra gönüllü olarak da çalışıyorlar. Wat tapınaklarına girmeden önce ayakkabılarınızı çıkarmanız gerekiyor. Ayrıca kısa elbiselerle bu tapınaklara giremiyorsunuz. Kadınların Budist rahiplere dokunmalarının yasak olduğu ülkede Animizm inancı da bir hayli etkin... Bundan dolayı başkent Bangkok’ta gezerken sık sık ruh evi olarak isimlendirilen kuş kulübesi benzeri yapılara rastlıyorsunuz. Bu ruh evleri önceden yaşadıklarına inanılan ruhlar için tahsis ediliyor. Ruhları mutlu kılmak için evlere düzenli olarak adaklar adanıyor. Krala, gökyüzüne, güneşe tapanların olduğu Bangkok’ta şahit olduklarım, insanlardan dinlediklerim, Tevhid’den uzaklaşıldığında insanın ne acınası bir hale geleceği üzerine uzunca düşüncelere dalmama neden oluyor.

BANGKOK’A GETİRİLEN ESİR MÜSLÜMANLAR

Tayland’da yaşayan Müslümanların yüzde 90’ı Malay, yüzde 8’i Tay, geri kalanları ise Hui ırkından geliyor. Patani İslam Krallığı yıkıldıktan sonra binlerce Müslüman ayakları ve elleri zincirlenerek maden ocaklarında ve nehirlerde çalıştırılmak üzere Patani’den Bangkok’a getirilmişler. İsmi “milyonlarca acı” anlamına gelen Saen Sabe Nehri’nde zor şartlar altında çalıştırılan Patanili Müslümanların birçoğu gördükleri işkence ve zulümler nedeniyle hayatlarını kaybetmişler. Hayatta kalanlar da Saen Sabe Nehri’nin etrafına yerleşmişler. Bugün Bangkok’ta yaşayan Müslümanların büyük çoğunluğu Patani’den Bangkok’a zorla getirilen Patanili Müslüman esirlerin torunlarından oluşuyor. Ben de vakit buldukça Bangkok’u ikiye bölen Saen Sabe Nehri’nin etrafındaki Müslümanları ziyaret ediyorum. Kardeşlerimizle birlikte namaz kılıyor, Patani’den, Filistin’den, Osmanlı’dan, Sultan Abdülhamid Han’dan ve Türkiye’den konuşuyoruz. Bazen de nehrin akışını seyre dalıyor, bir zamanlar ayakları zincirli bir şekilde Milyonlarca Acı Nehri’nde çalıştırılan Müslümanları düşünüyorum.

FIKIHTA ŞAFİ, İTİKATTA EŞARİ, TARİKATTA NAKŞİBENDÎ

Budist Tayland yönetimi resmi olarak kabul etmek istemese de bugün ülkede 7 milyona yakın Müslüman yaşıyor. Bu 7 milyon Müslüman’ın 3 milyonu Patani’de bulunurken diğerleri ise başta Bangkok olmak üzere diğer şehirlere dağılmış durumda. Bağımsızlık isteyen Patani bölgesindeki Müslümanlara yönelik her türlü baskı ve zulmü uygulayan Tayland yönetimi, başkent Bangkok ve çevresinde yaşayan Müslümanlara ise görece bir özgürlük vermiş. Başkentte daha çok cami, kültür merkezleri ve hayır kurumlarının etrafında örgütlenmiş durumda olan Müslümanlar İslamî ilim ve kültürü, gelenek ve göreneklerini kendilerinden sonraki kuşaklara aktarmak için büyük bir çaba gösteriyorlar. Genel olarak fıkıhta Şafi, itikatta Eşari, tarikatta ise Nakşibendî ekolüne dayanan bir kökten gelen Taylandlı Müslümanlar Bangkok’un kenar mahallelerinde oluşturdukları gettolarda asimilasyon tehlikesine karşı direnmeye çalışıyorlar. Budist bir toplumda yaşadıkları için yiyecekte helal ve harama azami şekilde dikkat eden Müslümanlar bu konuyla ilgili özel çalışmalar yapıyorlar. Bangkok’ta sohbet ettiğim Müslümanlardan son yıllarda İslam’a büyük bir ilginin olduğunu, birçok Budist’in eski dinini terk ederek İslam’a girdiğini öğreniyor ve içten içe mutlu oluyorum.

MÜSLÜMAN’I SEYRETMEK BİLE GÜZEL

Bangkok’u gezerken bana en çok eğlenceli gelen şeylerden biri de Çahoupraya Nehri’nin üzerinde yaptığımız üç saatlik tekne gezisi oldu. Çahoupraya Nehri Bangkok’un en uzun nehri olarak biliniyor. Binlerce insan nehrin kenarına veya nehrin üzerine inşa edilmiş evlerde yaşıyor. Nehirde dolaşırken bulaşık yıkayan, elbiselerini temizleyen, tıraş olan insanlara rastlıyorum. Tekne gezimiz esnasında Gudiav Bölgesi’nde bir grup Müslümanın yaşadığını öğrenince kaptandan, tahtadan yapılmış eski tekneyi Gudiav’a çekmesini istiyorum. Çahoupraya Nehri’nin hemen kenarında olan bu bölgede Müslümanlarla Budistler bir arada yaşıyorlar. Evlerin camlarına asılan takke ve başörtülerinden hangi evlerin Müslümanlara ait olduğunu fark edip sevinçle Müslümanların kapılarının zillerini çalıyorum. Kısa zamanda aramızda sımsıcak bir sohbet başlıyor. İlk defa görüşmemize rağmen sanki kendimi bu insanlarla yıllardır birlikteymişiz gibi hissediyorum. Müslüman olmamız, İslam’a inanmamız hemen kalplerimizi birbirine bağlıyor. Âlem-i İslam’ın farklı diyarlarındaki Müslümanlarla oturmaya, onlarla sohbet etmeye, Müslümanların insana huzur veren yüzlerini seyretmeye bu sefer de Taylan’da doyamıyorum. 4 gün geçirdiğim Bangkok’tan ayrılırken bir kez daha Müslüman olmanın, İslam kardeşliğinin ne büyük bir nimet olduğunu düşünüyorum.


Adem Özköse'ın Yazısı.