Gönül darlığının peşin cezası, dünyadaki huzursuzluktur, endişe, gam ve keder dolu sıkıntılı bir hayattır. Diğer bir ifadeyle kabir azabının ve cehennem ateşinin daha yaşarken hissedilmesidir. 

Bilge bir zatın talebesi sürekli her şeyden yakınıyor, şikâyet ediyor, karamsar davranışlar sergiliyordu. Söylediklerinin çoğu belki haklıydı. Bilge kişi sürekli onu izliyordu.

Bir gün bir avuç tuz aldı, bir bardak su ile karıştırdı. İçmesini istedi; öğrencisinin ağzına almasıyla çıkarması bir oldu.

- «Neden tükürdün?», dedi bilge hoca. Öğrencisi:

- «Çok acı» diye cevap verdi.

Hocası onu aldı, köyün kenarında bulunan bir göle götürdü. Aynı miktar tuzu göle attı. Gölden bir bardak su aldı ve öğrencisine içirdi.

- «Nasıl olmuş?» diye sordu.

- «Çok nefis» diye cevap aldı.

Bilge kişinin yorumu şöyleydi:

- «Bak evlâdım! Hayattaki zorluklar bir avuç tuz gibidir, onu engin bir gönülle karşılarsan sana zarar vermez. Sarayda kederli, zindanda mutlu olmak sana bağlıdır.”1

Gönül darlığı, hayatı zindanlaştıran bir iç rahatsızlığıdır. Stres, geçimsizlik, sevgisizlik, tahammülsüzlük, sabırsızlık, acımasızlık ve hayata negatif bakış hep bu darlıktan kaynaklanır.

Gönül darlığı, kendi benliğini aşamayan, kendi içinde kilitlenen ve başkalarına hayat hakkı tanımayacak kadar çekememezlik ve cimrilik hastalığına müptelâ olmuş kimselerin hastalığıdır.

Gönül darlığının peşin cezası, dünyadaki huzursuzluktur, endişe, gam ve keder dolu sıkıntılı bir hayattır. Diğer bir ifadeyle kabir azabının ve cehennem ateşinin daha yaşarken hissedilmesidir.

İşte bu sebeple îmân, bir şerh-i sadr (gönül genişliği) olarak takdim edilmiştir. Ashâb-ı kirâm –radıyallahu anh-:

“Ey Allah’ın Resûlü sadr (göğüs, gönül) genişler mi?” diye sorunca, Hazret-i Peygamber –sallallahu aleyhi ve sellem-:

“Evet” cevâbını vermiş ve devamla: “Nûr (iman) kalbe girince sadr açılır” buyurmuştur. Bunun üzerine:

“Ey Allah’ın elçisi! Bunun herhangi bir alâmeti var mıdır?” diye sorulunca da o şu karşılığı vermiştir:

“Aldatıcı diyârdan geri durup ebedî âleme yönelmek ve ölüm başa gelmeden ona hazırlanmaktır”2.

Kur’ân-ı Kerim’de gönül genişliğini ifâde eden kavram “şerh-i sadr” kavramıdır. Kur’ân’ın beş âyetinde söz konusu edilen “şerh-i sadr” ve altı âyetinde zikredilen “dıyk-ı sadr” (göğsün daralması) hâdisesi, Allah Teâlâ’nın insanın iç âlemine yönelik tasarruflarından birisidir. “Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun göğsünü İslâm’a açar; kimi de saptırmak isterse onun da göğsünü göğe çıkıyormuş gibi iyice daraltır”3 âyeti bu mânaya delâlet etmektedir.

“Şerh-i sadr”, hayata ve hadiselere ve hatta geleceğe dair endişelerin bir şekilde giderilmesi, telaş ve heyecanın kaybolup istikrar ve huzurun gönülde yerleşmesi hâdisesidir. Hazret-i Mûsâ’nın -aleyhisselâm- “Rabbim göğsüme genişlik ver, işimi kolaylaştır ve dilimdeki düğümü çöz” duâsı, bu mânada bir “şerh-i sadr”dır. Nitekim o, bir defasında da: “Rabbim! Onların beni yalanlamalarından korkuyorum. Göğsüm daralıyor, dilim açılmıyor (tutukluk yapıyor), onun için Hârun’a da elçilik ver” talebinde bulunmuştur. Bu anlamda “şerh-i sadr”, kişinin gönlünün tatmin edilmesiyle, tahammül gücünün artırılması, şeklinde açıklanabilecektir.

Peygamberler, üzerlerine ağır bir ilâhî misyon yüklenmiş Hakk’ın seçilmiş kullarıdır. Bu itibarla şerh-i sadra en çok onların ihtiyacı olmuştur. Kimileri bu yüce nimeti Rabbinden talep etmiş, kimi peygamberlere de bu ikram-ı ilâhî vazifeyle birlikte ihsan edilmiştir. Nitekim Efendimiz –sallallahu aleyhi ve sellem- hakkında şöyle buyrulmuştur:

“(Ey Peygamber!) Biz senin için göğsünü açıp genişletmedik mi?”4

İmanlı bir gönülde zaman zaman meydana gelen sıkıntı ve ferahlıkları, Kur’ân kabz (daralma) ve bast (genişleme) terimleriyle de ifade etmiştir. Daha çok tasavvufî bir kavram olarak bilinen kabz (inkıbâz) ve bast (inbisât) terimleri, Kur’ân’ın şu âyetinde birlikte zikredilmiştir: “Darlık veren de (kabz), bolluk veren de Allah’tır”5.

Kültürümüzde “Deryâ dil insanlar” (Deryâ gönüllü insanlar) olarak bilinen sâlih kulların ifâde ve beyanlarından şunu öğreniyoruz ki: Gönül Allah’a bağlılığı ölçüsünde enginlik ve derinlik kazanır. Bu bağlılığın temeli imândır. Îmanla başlayan gönül genişliği, Allah’a taat ve ibâdetle ve hususiyle O’nu zikretmek suretiyle genişlemeye devam eder. İsyan, inkâr ve şirk gibi günahlar sebebiyle de daraldıkça daralır.

Gönlün darlığı, çoğu zaman içimizde kötülük fısıldayan “nefs-i emmâre”den kaynaklanır. Bu nefis arınmadıkça, tam bir gönül genişliğine sahip olmak imkânsızdır. Medeniyetimizin şahsiyet terbiyecileri olan mürşidlerin “nefs-i tezkiye ve kalb-i tasfiye”6 konusunu terbiyenin merkezine almalarının bir sebebi de budur.

Hayat, düz bir çizgi şeklinde devam edip gitmez. İnişler, çıkışlar, düzlükler ve tepeler vardır. Nimetler ve sevinçlerle birlikte, belâlar ve hüzünler de söz konusudur. Bolluk ve genişlikte taşkınlığa düşmemek, darlık ve zorlukta yıkılmamak için engin bir gönle ihtiyaç vardır. Tüm varlığın ve hadiselerin yaratıcısı olarak Allah’ı tanıyan ve her şeyin ancak O’nun izni ve irâdesi ile var olabileceğine inanan kimseler, elbette daha dirençli olacaklardır. O’nun yakınlığını hissettiği ölçüde de iç huzurunu yakalayacağında şüphe yoktur.

Derya gönüller kolay kolay bulanmaz ve kirlenmezler. Bu sebeple insan ve cin şeytanlarının vesvesesi, hayatın endişesi, geleceğin tasası, onların dengelerini alt üst edemez. Yeni tabirle reaktif değil, proaktif bir duruş sergileyebilecek bir dinginliğe sahiptirler.

Hulâsa huzur ve mutluluk, dışa doğru bir yolculuktan ziyade, öze doğru bir keşif ve genişleme seferi neticesinde ulaşılabilecek bir sonuçtur.


1- Nevzat Tarhan, Mutluluk Psikolojisi, sh. 25. 2- Bu hadis ve değişik tarîkleri için bk. Taberî, Câmiu‘l-beyân, VIII, s. 36-37. 3- el-En‘âm 6/125. 4- el-İnşirâh 94/1. 5- El-Bakara 2/245. 6- Nefsi arındırmak ve kalbi saflaştırmak.


Adem Ergül 'ın Yazısı.