Sevda Formülü
Küçük şey yoktur aşk yolunda. Küçük küçük adımlar, küçük küçük fedakarlıklarla temizler insan içini. Fedakarlık, candan. Eğer sevda davasında isen.
Birçok öğrenci için özellikle sayısal derslerde ne çok işe yarar formüller. Uzadıkça karışan yolunuzu kestirmeye çıkarıverir. Bilinmeyenleri yerine koy, işlemi doğru yap ve sonuca var.
Hayat da bir ders ise okuyan için, onda da çok formül var. İnsanda formül seven bir yan var. Peygamberimize (a.s.) gelen Bedeviler de aramış o formülü: “Ya Rasulallah bana kendisi ile cennete gireceğim bir amel göster.”
Bahs-i sevdada da eksik olur mu arayış! Ehl-i hal formülü veriyor, doğru orantıyı kuruyor: Kişinin sevgisi fedakarlığı nispetindedir. Kuru kuru sevda iddiası pirim yapmıyor bu derslikte. Albenili sözlere değil sınavda ne kadar ter döktüğüne, gözyaşı ve hatta kan akıttığına bakıyorlar. Ter, gözyaşı, kan. Üç önemli ipucu, üç önemli bedel.
“Bir kimsenin muhabbetinin hakiki olup olmadığını anlamak ve seviyesini ölçmek için sevdiğinin kahrına ne kadar tahammül gösterebildiğine bakmak kafidir.”
Bilmenin de aşamaları, basamakları sayılır ya hep… İlmel yakin, aynel yakin, hak el yakin. Orada bir göl olduğunu ilmen bilirsin. Gider görürsün o gölü, suyuna dokunursun, aynel yakin bilmektesindir artık. Suya dalarsın, suya kanarsın, su olursun… Hak el yakin…
Sevdanın formülünü de aynel yakin görmek nasip oldu, geçtiğimiz günlerde. Sevdiği, gönlünün Şehinşah’ı buyurduğu için yollara düşen gencecik bir yürekle sohbet ettik. Süleyman Çelebi dua ediyor ya, “ehl-i derdin sohbetine mahrem et” diye. İşte dedim, bu... Sevdiceğinin arzusu yerini bulsun diye O’nun yanından uzaklaşmaya razı olmuş, gözünün yaşı aka aka, yüreği kavrula kavrula o arzuya en güzel şekilde vücud buldurmaya çalışan bir gönül. Bir yandan hasret tuğlaları biriktiriyor, bir yandan o tuğlalarla garip gönüller için sığınacak bir yuva örüyor. Öyle köşesine sinmiş, atıl kalmış, dertten kararmış bir hasret değil. Aynanın sırlanması gibi, sırlandıkça parlaklaşan, durulaşan, insanı kuşatan, merhamet kuşanan bir hasret. Sadece uzaklara dalıp gittiğinde hatırladığı biri de değil O. Günlük hayatın ritmine sinmiş, baktığı yerde O’nu gördüğü bir sevgi. Ve o sevgi uğruna dengeden şaşmadan geçen yıllar…
Yunus Emre’nin dağdan düz odun getirmesi de, Ferhat’ın dağları delmesi de sevdaları uğruna ilmek ilmek fedakarlık dokumalarından değil midir? Tabi biz öyle uzaktan, karşıdan bakınca adına fedakarlık diyoruz. Onlar bu hal üzre iken, ha gayret ya nefsim, fedakarlık çilen bitmek üzere mi diyorlardı?! Ferhat baltayı taşa vurmasaydı, içindeki coşkuyu nasıl susturacaktı? Aşk ateşi ile yanmış gönlü için su aradı vurduğu her kazmada. Yunus dağdaki odunları düzeltmedi sadece, gönlünün eğriliklerini de düzeltti inceden inceye. Mecnun’a çöl sıcağı serindi, içindeki yangına bakarak. İçinde sevda yangını tutuşmuş her insan için fırının karşısı, ateşin yanı, hayatın çilesi serin kalıyor. En güzel ekmekleri onlar pişiriyor, en keskin kılıcı onlar dövüyor. Bir bakıyorsunuz çalı süpürgesi ile cami bahçesini süpürüyor. Sanki gönül evini temizliyor Rahman için, içinde bir temizlik, dışında bir temizlik. Zahiren gören göze bile huzur veriyor.
Bir bakıyorsunuz bir vakıf toprağındaki ayrık otlarını temizliyor. Gönlüne batan ayrılıkları temizliyor. Hurdacıya düşmüş bir kitabı alıyor, içinde ashabın adı var diye. Allah adı var diye bir takvim yaprağını yere atmıyor. Yukarı kaldırıyor. Nefsini yere atıp, ruhunu kaldırıyor. Küçük şey yoktur aşk yolunda. Küçük küçük adımlar, küçük küçük fedakarlıklarla temizler insan içini. Fedakarlık, candan. Eğer sevda davasında isen.
Meşhur beyittir:
Yoluna cânım revân etsem gerek cânâ dedim
Yüzüme bin hışm ile baktı dedi cânın mı var
(Zâtî)
Canan zaten farkında bu işin can vermekten geçtiğinin… Ve hışm ile bakıyor “canın mı var ki?” diyor. Can da senin, ten de. Her şeyimiz senin olsun, Sen bizim ol.
Rabia Gülcan Kardaş'ın Yazısı.