Bir sezon daha kapandı. Çok değil, üç ay sonra yeniden başlayacak bir maratona harcanan vakti, parayı ve hayatları kim hesap edebilir  ki? Bu zamana kadar harcanmış ve bundan sonra harcanacaklarla beraber… Ama ortada bir hesap var yine de… Kumarı ile büyük bir endüstriye dönüşen futbol dünyası meftunu kıldığı yığınları her anlamda sömürerek hesapsız büyümeye devam ediyor. İnsanın bu gidiş nereye diye sorası geliyor, çünkü bu kadarı cidden fazla.

Bursaspor-Beşiktaş maçı sonrasında çıkan olaylar futbol çılgınlığının hangi boyutlara eriştiğini göstermesi açısından öğreticiydi.  Ama kim ne kadar ibret aldı, Allah bilir. Bir konferans için gittiğim Trabzon’da “futbol-mania”nın varıp eriştiği noktayı bir pazar akşamı yerinde gözlemleme fırsatı bulmuş idim. Abdurrahman Dilipak da Trabzon’a gitmiş geçenlerde. Aşağıdaki satırları Trabzon ve futbol çılgınlığına  dair önemli tespitler içeriyor:

“Geçen gün Trabzon’da idim. Tek konu o. Trabzon’a yazık etmişiz. Futbol her şeyin, bütün değerlerin önüne geçmiş. Bir şehri futbolla bu kadar özdeşleştirilmesini doğru bulmuyorum.. Trabzonlu taraftarlar Sivasspor’un yenilmesi halinde şampiyonluktan olacakları  korkusu ile hırçın. Şike ihtimalinden söz ediyorlar. Sivaslılara karşı öfkeliler. Bu nasıl bir duygudur, bilmiyorum. Aman Allahım. Böylesine dindar bir halk, bir ayak oyunu için nasıl böylesine savrulabiliyor. Bu taraftarlık psikolojisi benim gözümde “mikro  faşizm”dir. (…) Futbol modern bir put gibi gözüküyor gözüme, stadlar sanki bir tapınak.. İnsanlar nasıl bir vecd içindeler öyle!  Politikacılar suladıkları bataklıkta boğulan çocukların sorumluluğunu omuzlarında taşıyorlar.. Her şeyin bir fıkhı olması gerek,  inanmış bir insan için.. Bana bu işin fıkhını anlatabilir misiniz? Hani bir kavme olan düşmanlığınızın bile sizin onlar hakkında  adaletsizliğe sevk etmemesi gerekirdi. Hani haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, haklıdan yana, zalime karşı  olacaktınız? Futbol cami kapısını zorluyor. İmamları bile kandırıyor.”

Dilipak acı ama hakikatı söylemiş.Teslim edelim ya da etmeyelim, bu bir Türkiye gerçeğidir. Bu iş haddini aştı. Mecelle kuralıdır: Bir iş haddini aştı mı zıttına dönüşür. Futboldan amaç dostluk, kareşlik ve hoşça vakit geçirmek değil mi? İşte had aşıldı, tam tersini  yaşıyoruz.

Bu, basit bir oyun ya da eğlence meselesi değil artık; enerjisi, gençliği ve vakti daha verimli alanlara yöneltilmesi gereken insanların  futbol endüstrisinin zavallı tüketicilerine dönüşmesinin hazin hikâyesi. İdeolojilerin nereye götüreceği belli olmayan sakıncalı  alanlarına karşı burasını yıllarca “güvenli bölge” olarak görmedik mi? Alt tarafı bir oyun deyip hafife almadık mı? Bugün yaşadığımız görüntüler aslında ülkeyi baştanbaşa sarmış kanservari bir hastalığın kusmuğudur. Statları dolduran, ağza gelmedik küfürlerle  tezahüratlar yapan, rakip taraftarı düşman gibi gören, fırsatını buldu mu bir kaşık suda boğacak kadar düşmanlık sergileyen bu  fanatikler bizim yüzleşmek zorunda olduğumuz acı gerçeğimizdir. Yüzleşmek ve acilen bu hastalığı rehabilite etmek zorundayız. Ne  yazık ki iş hiç de kolay değil. Yara çok derinlerde… Dahası yaranın bir de kumar boyutu var ki akıllara seza. Yaklaşık 8 milyar liralık,  devletin yönlendirdiği bir piyasadan bahsediyoruz. Milyonlarca genci her anlamda uyuşturan bir piyasa bu… Sadece izletmekle  kalmıyor, kafa patlattırıyor, analizler yaptırtıyor ve kumar oynatıyor. Meşgul ediyor kısacası… Ne uğruna peki? Kocaman bir hiç… Memleket evladının boş işlerle meşgul olması memleketin geleceği hakkında karamsar olmak için yeter de artar bile. Gençler  bugün ne ile meşgulseler, ülkenin istikbalini de o tayin edecek.


Mehmet Köprülü'ın Yazısı.