This Place is Turkey ya da Burası Türkiye!
Ömer Öztürk
Gelin sizlerle biraz güncel mevzular hakkında konuşalım. “Sanki bugüne kadar başka bir şey mi yapıyor idik?” diye sorabilirsiniz ki sormakta da çok haklısınız. Ne de olsa Türkiye’de yazar olmak, bir yerde, her daim “Eriğin kilosu otuz lira oldu” “Ülkede insan hayatı da pek ucuz mirim” “Avrupa Birliğine neden giremiyoruz?” gibisinden yüz yıldır ısıtılıp ısıtılıp önümüze konan mevzular çerçevesinde kalem sallamaktan ibaret değil midir? Şimdi şurada sizlere kültürden, sanattan, edebiyattan, tarihten, ilimden, irfandan söz açsak beş kişi okumaz. Biz yine iyisi mi hayatın içinden konularla iştigal eyleye koyalım.
BURASI TÜRKİYE: “This place is Turkey” de diyebilirsiniz. Taa çocukluğumdan bu yana bu lafı duyar dururum. Hatta şahsen bendeniz de bu sözü fâni ömrümde belki yüz defa söylemişimdir. Evet, burası Türkiye. Biz de “Almanya” demedik, öyleyse ne diye söyleyip duruyoruz? Ha, bu ifadede gizliden gizliye bir eleştiri, bir kinaye, bir küçümseme saklı. Bir olumsuzluk mu oldu, canlar sıkılıp keyifler mi kaçtı, bastır gitsin “Burası Türkiye”yi. Mesela, Fransa’da bir nahoş hadise yaşansa Fransızlar “Burası Fransa” diyorlar mıdır bilmiyorum ama bildiğim son yıllarda halkımız da “Burası Türkiye” ifadesini en azından benim çocukluğumdaki kadar sık kullanmıyor.
Çünkü son yıllarda pek çok değişme oldu, büyüdük, geliştik. Öyle olmakla beraber pek çok şey de değişmedi, aynı kaldı.
Mesela ulaşım. Pek çok şey aynı. Seksenli yılların sonlarında Üsküdar’a dershaneye gider gelirken otobüs duraklarında beklemekten fenalık geçirirdim. Otobüsler tıklım tıklım ve rahatsız ediciydi. İşte İnşallah önümüzdeki Temmuz ayında kırk yaşımdan gün alacağım, şu keyfiyet bugün de değişmiş değildir. Hatta geçenlerde kendi rekorumu kırarak rekorlar kitabına geçmeye hak kazandım. Abartmıyorum, tam bir buçuk saat durakta otobüs bekledim.
Mesela bankacılık. Çocukken annemle birlikte bankaya giderdik, sırada beklemekten afakanlar geçirirdim. Bugün kırk yaşındayım, bankaya gidiyorum, yine bekliyorum ve sıkılıyorum. Hani ne değişti?
Artık şunu çok iyi biliyorum ki, panik atak, sıkıntı nevrozu, depresyon gibi rahatsızlıkların yaşadığınız ülkenin iktisadî ve sosyo-kültürel hususiyetleriyle çok bağlantısı var.
Üniversite öğrenciliği yıllarımda bir yandan da bir fast-food restoranında çalışırdım. Doksanlı yılların sonları. Bir gün Kadıköy’ün göbeğindeki lüks Mavi Çarşı mağazasına bir terör saldırısı düzenlendi ve sırf yangın merdiveni olmadığı için en az on kişi öldü. Hatta hiç unutmam, bizim restoranın sahibi, herhalde utandığından ve köşeye sıkıştığından olacak, çalıştığımız restorana, lûtfen, bir yangın merdiveni inşa ettirdi. Fakat bundan sonrası? Bundan sonrası tam kara mizah örneğiydi. Yangın merdiveninin kapısı hep kilitli dururdu. Anahtarın da kimde olduğu ekseriyetle belli olmazdı. Yâni maazallah bir yangın çıksa, bu merdiven, kapısı kilitli olduğu için yine kullanılamayacaktı.
Yıllar sonra, hazin bir şekilde öğrendim ki, meğer patron sigorta pirimlerimi de yatırmamış.
Bir ara öğretmenliğe heves ettik. Biz cümle üniversite mezunları bir öğretmenlik sevdasıdır tutturmuş gidiyorduk. “Atandım,” “atanamadım” diye papatyalardan fallar açıyorduk. Halbuki, çaresizlikten böylesine can attığımız bu mesleğin kadim mensupları geçinemedikleri için çarşı-pazarda kazak, gömlek satmakla nâm salmışlar, yıllarca romanlara, sinema filmlerine konu olmuşlardı.
Çok daha eski yıllarda halkımız umutsuzluktan Almanya’lara, Hollanda’lara taşındı. Almanca en popüler dil oldu. Almanya “acı vatan” ilân edildi. “Alamanya Alamanya benden safını bulaman ya” diye mâniler düzüldü.
Benim çocukluğumda işçilerimiz artık Almanya’dan ve diğer civar ülkelerden ufak ufak dönmeye başlamışlardı. Biz bunları “Alamancı” diye yaftalarken, bir yandan da getirdikleri Alman çikolatalarını afiyetle gövdeye indirirdik.
Bunların çikolataları dahi likörlü olurdu. Maalesef, aramızdan bazıları Alamanın çikolatasını fazla kaçırır, kafayı bulurdu.
Rivayet muhtelif…
Sık sık “Burası Türkiye” derdik. Ha bir de derdik ki, “bizde olanlar Patagonya’da bile olmuyordur.”
Patagonya’yı da nerden, nasıl ve ne vakit uydurmuştuk, hâlâ zaman zaman onu düşünür dururum.
GENÇ'ın Yazısı.