Reddederek Başla!
Sana reddederek başlamanı tavsiye ederim kardeşim. Kıymetsiz, kimliksiz, hissiz ve hikmetten hissesiz yaşamaya bir dur de, reddederek yeniden başla. Tıpkı peygamberler gibi, tıpkı Peygamberin gibi… Ta ki imanın göğsüne takıştırılmış iğreti bir aksesuar olmaktan çıksın, etine, kemiğine, derine işlesin; cesedin, kanın, iliğin olsun; böylece özün, cümleyi suvaran bir hayat membaına dönüşsün.
Hazreti İbrahim gibi... Ne demişti, hatırla: “Ben batanları sevmem!” İbrahim batanları hiç sevmedi. Önce yıldızlara baktı. Bakışı merak doluydu. Yerini hayranlığa ve sonrasında kulluğa bırakacak bir bakışa sahipti. Ama aynı bakışın istediğini elde edemezse yüz çevirme potansiyeli de vardı. Yıldızlara baktı, battıklarını gördü ve onları reddetti: “Bunlar benim Rabbim olamaz.” Aya baktı, battığını gördü, aynı tavrı gösterdi. Güneşe baktı, battığını gördü, aynı tavrı gösterdi. İbrahim, dönüp de sorguladığı her şeyi, o merak dolu bakışına cevap veremeyen her şeyi reddetti. Dedi ki: “Ben batanları sevmem!” Batanları toptan reddederseniz, batmayan, kaybolmayan, yok olmayan kendiliğinden ortaya çıkar. Öyle de oldu. İbrahim, hiç batmayacak, kaybolmayacak olana ulaşma sürecini işte böyle başlattı. Dikkat buyrulsun; reddederek başladı, kabul ederek değil…
Kavminin arasına geri döndüğünde ilk yaptığı yine reddetmek oldu. Dedi ki: “Ben sizin şirk koşmakta olduğunuz şeylerden uzağım.” Ona inanıp da onunla beraber olmayı seçenler de kavimlerini ve onların hayat tarzını reddettiklerinde aynı ifadeleri kullandılar: “Muhakkak biz, sizden ve Allah’ın dışında köle olduklarınızdan beriyiz. Biz, sizi tanımıyoruz. Bizimle sizin aranızda, ebedi olarak buğz ve düşmanlık vardır; ta ki siz, tek olan Allah’a, iman edinceye kadar.” İbrahim ve yanındakiler, önce neyden ve kimden uzak olduklarını ifade ettiler. Uzaklığınızın kime olduğunu belirlerseniz, yakınlığınızın kime olduğu kendiliğinden ortaya çıkar. Öyle de oldu. İbrahim, yakınlığının sonsuz seyri ile yaşayacağı Rabbi Kerimine ulaşma sürecini, uzak olmak istediklerinden uzak olduğunu ifade ederek başlattı. Reddederek başladı, kabul ederek değil…
Peygamberlerin tevhid mücadelesi reddederek yapılan başlangıçların hikâyesidir. Hemen hepsinin ilk tavrı, üzerine geldikleri karanlığı reddetmek olmuştu. Retleri ile önlerinde aydınlık bir yol açılmış, o yolda kendilerine inananlarla bir hakikat yolculuğuna çıkmışlardır. Peygamberlerin ret tavrı, tebliğ mücadelelerinin ilk göze çarpan adımı ve iradelerinin en belirgin rengidir. Onları insanlar, önce retleriyle tanımışlar, kendilerine muhalefet edenler, onları öncelikle muhalefetlerinden dolayı istememişlerdir.
En Güzel İnsan, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selemin hayatının ilk kırk senesi de reddetmek, uzak durmak ve kabul etmemek üzerine kurulu bir başlangıç dönemidir. Rasulullah Efendimiz, insanları kabule çağıracağı güne kadar, tabiri caizse onların kabul ettiklerini kabul etmeyerek hazırlanmıştır. O, bu safhada, tam kırk sene müşrik toplumun hayat tarzını, ilişkilerini, anane, adet ve törenlerini reddederek yaşamış, ilahi vahiyle teyit edileceği zamana kadar ana tavrı kabul etmemek olmuştur. Daha çocukken kendisine “Lat ve Uzza adına” bir şeyler sorana verdiği cevap manidardır: “Lat ve Uzza adına benden bir şey isteme! Allah’a yemin ederim ki, onlardan nefret ettiğim kadar hiç bir şeyden nefret etmem.” Evet, Peygamberimizin hayatının ilk kırk senesinin ana çizgisi ret tavrıdır. Ne putlara tapmış, ne onlara kurban kesmiş, ne de o tür merasimlere katılmıştır. Kavminin fıtrata ters düşen hiçbir uygulamasını kabul etmemiş, sıradan bir Mekkeli gibi yaşama kolaycılığına hiç kaçmamıştır. Zor olanı benimsemiş, kavmi gibi olmak değil, tam tersi onlar gibi olmamak yolunu seçmiş, böylece onların hayat tarzına hâkim olan çirkinlikten uzak kalmıştır. Bu anlamda O sallallahu aleyhi ve sellem, bir benimsememe ve kabul etmeme psikolojisi ile yaşamış, o psikoloji ile inzivaya çekilmiş, o psikoloji ile vahye hazırlanmış, hakikatin ve hikmetin kapıları kendisine o psikoloji ile açılmıştır.
Reddederek başlamak bize sadece peygamberlerin öğrettiği bir şey değildir. Euzü terbiyesi de bunu gerektirir. Kovulmuş şeytandan sakınma cümlesi, bize her fırsatta redderek başlamayı hatırlatır. “Euzübillahimineşşeytanirracim” demek önce reddediyorum demektir. Kovulmuş şeytandan sakınıyor, onu reddediyor, reddederek başlıyoruz. Şeytanı ret, ahdimize kastedeni reddetmektir. Çünkü Rabbimizle aramızdaki sözleşmenin en büyük düşmanı odur. Bize ilk kötülük ondan gelmiştir. Babamız, onun kumpasına düşmüş, onun desisesi ile öz vatanından uzaklaştırılmıştır. O, kıyamete kadar sürecek ve bizi alt etmek üzerine kurulu bir iddianın sahibi olarak her anımıza, tıpkı babamıza kastettiği gibi kastetmek için tetikte beklemektedir. Ondan kurtulmanın yolu, üzerimizde kurmaya çalıştığı tasarruf alanını reddetmekten geçer. O alanı reddeden Allah’ın koruma alanına dâhil olur, çünkü o, Allah’ın yolunun karşısına yol çatmış, Allah’ın dostlarının karşısına dostlar tesis etmiş bir bozguncudur. Onu ret, Allah’ı kabul kapısını açar. Bir diğer ifade ile Allah kapısının açılmasının yolu; şeytanı, yolunu ve avenesini reddetmekten geçer.
Reddet: İnanmanın lezzeti, kavurucu bir iftar saatinde ezanla boğazından aşağı inen tatlı suyun yüzünde meydana getirdiği o lezzet hissi gibi, her azanda belli olmuyorsa, bu kavrukluğu, bu fukaralığı reddet!
Reddederek başlamak, bir anlamda, zikirlerin en faziletlisi olan “Lailaheillallah” sözünün de tatbikidir. Euzü terbiyesi gibi “Lailaheillallah” terbiyesi de aslında bir reddederek başlama talimidir. “Allah’tan başka ilah yoktur” diye çevirdiğimiz bu söz “ilah yoktur” diye başlar. Tevhidin en net ifadesi olan bu sözün başı “lâ” yani “hayır”dır. Önce ret gelir: Var olan bütün putları, ilahçıklar ve Hak dışındaki tapılanları ret… Bir diğer tabiri ile nefy… Önce nefy, yani yok saymakla başlarız. Nefy geldi mi ispat kendiliğinden bir güneş gibi doğar, çünkü Hak zaten hep aşikârdır, hiç zail olmaz, batıl da kaim olmaz. Nefy gözdeki örtüyü kaldırmaktır. Ret onu gözümüze bürüyeni reddetmektir. Gözdeki örtü kalktı mı Hak kendiliğinden parıldamaya başlar, çünkü inkâr edenin tek marifeti ancak gözü örtebilmek, sözü çarpıtabilmek ve özü bulandırabilmektir. Başkasına gücü yetmez. Güneş gibi hakikatler örtülemez, ama gözler örtülebilir, sözler çarpıtılabilir, özler bulandırılabilir.
İmdi, sana reddederek başlamanı tavsiye ederim kardeşim. Henüz yolun başındasın. Müslüman bir coğrafyada, Müslüman bir iklimde doğdun. Kulağına ezan okundu. Adın Müslüman adıdır, kendin Müslümansın. İnsanların bir ömür çatlayarak bulmaya razı olacakları hakikatleri ne mutlu ki cebinde buldun. Buldun ama elindekinin ne kadar farkındasın? Kıymetini bilmiyorsan, kıymetli olduğunu söyleyebilir misin? Kıymetini bilmen için, kıymetini bulmalısın. Kıymetini bulman için ise şu anki kıymetini reddetmen gerek! Şimdiki kıymetini reddetmezsen hakiki kıymetini bulamayacaksın. Şimdiki kıymetini reddetmezsen, bu senin yarınki kıyametin olacak. O yüzden sana reddederek yeniden başlamanı öneririm. Böyle kıymetsiz, kimliksiz, hissiz ve hikmetten hissesiz yaşamaya bir dur de ve reddet:
Reddet: Simanda pırıl pırıl, gözünde ışıl ışıl okunmayan bir imanın yoksa o kanıksanmışlığı reddet!
Reddet: İnanmanın lezzeti, kavurucu bir iftar saatinde ezanla boğazından aşağı inen tatlı suyun yüzünde meydana getirdiği o lezzet hissi gibi, her azanda belli olmuyorsa, bu kavrukluğu, bu fukaralığı reddet!
Reddet: Elmas hükmündeki o paha biçilmez sözler, gelmiş geçmişleri diriltmiş, gelecek ve geçecekleri de diriltecek abı hayat mesabesindeki o ilahi ifadeler, dilinde anlamsız mırıltılara dönüşüyorsa, bu sığlığı, bu kısırlığı reddet!
Reddet: Göğsünü genişletip seni yükseklerin yükseğine tırmandıracak kıymetler, ancak fersiz gözüne eşlik eden esnemelerle karşılık buluyorsa, bu daralmış, yerle bir olmuş içini, bu şerha şerha yarılmış zemini reddet!
Reddet: Yeryüzü ve içindekilerden daha hayırlı olduğu ifade edilen sabahın iki rekatı mesela, kalkıp yerine getirilemeyecek, getirilse de baştan savılacak bir mecburiyet haline geliyorsa, seni bu noktaya getiren doymuşluğu reddet!
Reddet: Mizana konulsa hiçbir şeyin kendisine denk gelemeyeceği ve “hayır” diyerek başlayan o tevhid kelimesi, dilinden kalbine inmiyor, kalbindeki putları parçalamıyor ve seni alıp kendisi edip yeryüzünün bütün putlarına karşı seferber etmiyorsa, bu halin ağırlığını, bu sarsaklığı, bu nobranlığı reddet!
Reddet ve yeniden başla kardeşim. Tıpkı peygamberler gibi, tıpkı Peygamberin gibi… Ta ki imanın göğsüne takıştırılmış iğreti bir aksesuar olmaktan çıksın, etine, kemiğine, derine işlesin; cesedin, kanın, iliğin olsun; böylece özün, cümleyi suvaran bir hayat membaına dönüşsün.
Mehmet Lütfi Arslan'ın Yazısı.