Kızılelma bize o kadar yakındır ki istersek eğilip sesini duyabiliriz. Göğsümüzün sol tarafında durur. Elma büyüklüğündedir ve rengi kırmızıdır. Evet, kızılelma kalbimizdir. Kalbimiz fethetmemiz gereken, kızılelmamızdır. Biz çoktandır onu yitirdik. Artık onun fatihi değil, mağlubuyuz. Ona hâkim değiliz. Onu, New York’un temsil ettiği hayat tarzının istilasına terkettik. Medine sürmeli nazarların saçtığı  enerjilerden beslenmiyor o, şeytan ve avanesinin öncülüğünde pompalanan negatif enerjilerden besleniyor.

bdullah İbn-i Amr İbn-i As…

Arabın dört dâhisinden biri olarak nitelendirilen Amr İbni As’ın oğlu…

Merakı, hayreti ve Allah’ın kendisini bu kadar insan içerisinde neden artı bir olarak yarattığına dair o sorunun kendine has cevabını bulmak için sergilediği azmi ile kıyamete kadar ümmetin gençlerine örnek olacak heyecanlı bir sahabi… O’nu Allah Rasulü’nün cennetle müjdelediği bir sahabiyi işin sırrını öğrenmek için takip edişindeki gayreti, babası tarafından Allah  Rasulü’ne şikâyet edilecek derecedeki riyazeti, oruç tutma konusunda Nebevi tavsiyeye uyamamış olmasına dair nedameti ve Allah  Rasulü’nün mübarek ağızlarından çıkan her şeyi kaydetme konusundaki harisliği ile tanıyoruz.

Hadisleri topladığı Sahife-i Sadıka adlı bir defteri vardı. Rivayete göre bir gün kendisine Roma’nın mı yoksa İstanbul’un mu daha  önce feth edileceği soruldu. Hz. Abdullah, yanından ayırmadığı bir sandıkta taşıdığı Sahîfe-i Sâdıka’sını çıkarttı ve ona bakıp şu  cevabı verdi:

- Rasûlullahın etrafında oturmuş,hadîs-i şerîf yazarken birisi “İstanbul ve Roma şehirlerinden hangisi daha evvel fethedilecek” diye sordu.

Rasulullah Efendimiz şöyle cevap verdi:

- Önce Heraklius’un şehri olan İstanbul fetholunacaktır.

Abdullah İbni Amr İbni As vasıtasıyla öğrendiğimiz bu hakikatin altını çizelim: Önce İstanbul fethedilecektir, sonra Roma… İstanbul kendisi güzel, ordusu güzel bir kumandan tarafından fethedilmiştir. Roma ise fethedilmeyi beklemektedir. Bu, Allah Rasulü  tarafından ümmetin önüne konulmuş bir ufku ifade eder. 1400 sene öncesinden konulmuş bu ufuk aslında Allah’ın dinini yüceltme, din yalnız Allah’ın oluncaya kadar savaşma konusunda sınır olmadığını gösterir. İstanbul’u feth eden o güzel kumandan Fatih Sultan Mehmet Han bunun gayet iyi farkında olduğu içindir ki fethin hemen akabinde yönünü Roma’ya çevirmişti, çünkü kızılelma artık  Roma’ydı. Fatih bütün gençliğini uğruna sarf ettiği o idealin biraz daha öteye taşınması ile hızını kesmedi, hayatının sonuna kadar yeni kızılelmasına kavuşabilmek için gayret etti, durdu. Mukadder olsaydı da Roma’yı fethetseydi muhtelemen yine durmayacaktı,  çünkü kızıl elma oradan çıkacak bir başka mekâna intikal edecekti.

Yitik kalbimiz kaybettiğimiz kızılelmamızdır. New York merkezli medeniyetin attığı format, onu kendi yazılımından başkası ile çalışmayan bir donanıma dönüştürdü. Orada fink atan virüsler çağdaş Roma’nın virüsleridir.

Kızılelma, sahip olmamız gereken hedef ve ideali ifade eden bir kavramdır. Zamana ve zemine göre değişiklik gösterebilir. Ama En  Güzel İnsan’ın asırlar öncesinden mucizevî olarak bildirdiği haberin gerçekleştirilmeyi beklemesi bize kızıl elmanın adresini açık ve  net bir şekilde gösteriyor. Kızılelma Roma’dır, çünkü hâlâ fethedilmemiştir. Şimdi soru şudur: Roma neresidir?

Roma, İtalya’nın başkenti olan bir şehirdir, ama aslında bir şehirden daha fazla bir şeydir. Roma bir coğrafi mekân ya da yerleşim yerinden daha ziyade bir medeniyetin, Batı medeniyetinin simgesidir. Bu anlamda Roma simgesi ile Roma şehri arasında zamana  ve zemine göre bir ayrışma meydana gelmiş olabilir. Nitekim bugün Roma simgesinin ifade ettiği medeniyeti bir şehirle ifade etmek  gerekse, İtalya sınırları içerisinde kalan başkent Roma’nın buna nefesi yetmez. Gerçek Roma, bugün Roma diye ifade edilen  şehirden çok daha fazlasıdır. Bugünün Roması finans, kültür, tüketim, moda ve hayat tarzı merkezi olarak bütün suların kendisine  aktığı, kendisi dışında her yeri taşra olarak kabul ettiren bir şehir olmalıdır. Bu şehir New York’tur.

Allah Rasulü’nün hadisinde geçen Roma ihtimaldir ki bugünün New York’udur, çünkü 24 saat yaşayan bu şehir hayata pusu kurmuş  bir hayat tarzının bütün dünyaya pompalandığı bir negatif enerji merkezidir. Bu merkez, algıları, düşünceleri, fikirleri, hisleri ve yaklaşımları biçimlendiren gücü ile hesaplaşılması gereken sembolik bir mekândır, bu anlamda önce halinden kurtulunması, sonra hal edilmesi ve nihayet hal yoluna koyulması gereken bir şer odağına ev sahipliği yapmaktadır. Yanlış anlaşılmasın; ne siyasi, ne de diplomatik bir atıfta bulunuyoruz. Kastımız bir zihniyet, tasavvur ve algılayışın odağını işaretlemektir. New York, Batı medeniyeti denen ve modernlikle kendisini göklerden kopartan bir zihniyetin merkez ve sembol mekânıdır. Dünya üzerindeki hâkim algı ve  tasavvuru besleyen bu mekân Hakk’ın ve Hakk’a adanmışların diriltici nefeslerine muhtaçtır, orasının dirilmesi dünyanın dirilmesini  sağlayabilir, bu anlamda hem çağdaş Roma’dır hem de edinilmesi gereken kızılelmadır, denebilir. Ama iş New York’a ya da başka herhangi bir yere hasredilecek kadar basit değildir. 

Dünyanın küresel bir köye dönüştüğü, gerçek dünyanın sanal dünyaların egemenliği altına girdiği bu dönemde kızılelma New  York’un da muhtevasına sığmayacak kadar derin ve kapsamlı bir anlama sahiptir. Çağdaş kızılelma ne haritada gösterilecek kadar  yakın, ne de göz ardı edilecek kadar uzaktadır. Kızılelma bize biz kadar yakın ve fakat kendimize uzaklığımız nispetinde uzak bir mânâdır. Evet, bugün kızılelma görüp dokunabileceğimiz kadar yakınımızda ve fakat nüfuz edemeyecek kadar uzağımızdadır.

Kızılelma bize o kadar yakındır ki istersek eğilip sesini duyabiliriz. Göğsümüzün sol tarafında durur. Elma büyüklüğündedir ve rengi  kırmızıdır. Evet, kızılelma kalbimizdir. Kalbimiz fethetmemiz gereken, kızılelmamızdır. Biz çoktandır onu yitirdik. Artık onun fatihi değil,  mağlubuyuz. Ona hâkim değiliz. Onu, New York’un temsil ettiği hayat tarzının istilasına terkettik. Medine sürmeli nazarların saçtığı enerjilerden beslenmiyor o, şeytan ve avanesinin öncülüğünde pompalanan negatif enerjilerden besleniyor. O yüzden bizi dönmemiz gereken yöne döndürmüyor. Dönmemiz gereken yöne dönmediğimiz için de açılması gereken kapılar açılmıyor. Kapılar açılmadığı için fütuhat olmuyor. Fütuhat olmadığı için patinaj yapıp duruyoruz, çünkü kalbimiz olması gereken yerden kaymıştır, dengede değildir, sabit durması gereken yerde durmamaktadır. O dengede olmadığı için vücut mülkümüz dengede değildir; işlerimiz eksiktir, natamamdır, kusurludur. Kalbimiz yerinde olmadığı içindir ki nizam yerinde değildir, karanlık aydınlığa galip  gözükmektedir, batıl Hakk’ı gölgelemektedir. 

Yitik kalbimiz kaybettiğimiz kızılelmamızdır. New York merkezli medeniyetin attığı format, onu kendi yazılımından başkası ile çalışmayan bir donanıma dönüştürdü. Orada fink atan virüsler çağdaş Roma’nın virüsleridir. O yüzden oturuşumuzda edep,  konuşmamızda nezaket, susuşumuzda tefekkür, bakışımızda ibret, halimizde hayır kalmadı.

Kalbimizi çağdaş Roma’nın elinden kurtarmamız gerekiyor.

Bunun yolu seferdir.

Sefer, kalbimize doğru olmalı...

Orayı fethetmeyen hiçbir yeri fethedemez.

Orasını ıslah edemeyen hiçbir yeri ıslah edemez.

Hadi kalbimize sefere çıkalım…

Sefer hazırlıkları başlasın, keşif çalışması yapalım, çağdaş Roma’yı, işleyişini, virüslerini ve kalbimize nasıl musallat olduğunu öğrenelim.

Sefer hazırlıkları başlasın, kalbimizi, hallerini, dostlarını, gıdasını, sevdiğini, sevmediğini öğrenelim.

Sefer hazırlıkları başlasın, kalbimizi tekrar fethedelim; orayı fethedersek kızılelmamızı önümüzde göreceğiz, önümüzde gördüğümüzü kalbimizin mülkü kılmak için tek bir adım, tek bir nazar yetecek de artacak sonra.


Mehmet Lütfi Arslan'ın Yazısı.