Komutan atını yarı beline kadar okyanusa sürüp Afrika’dan Avrupa’ya seslendi. Sözleri dünyada iz bırakırken Endülüs’ü kuran askerlerin ayak izleri takip etti onu. Ukbe bin Nefi’yi durduran dalgaları aşıp İspanya kıyılarına çıkan Tarık bin Ziyad gemilerini yaktı. Askerin geri dönüş ümitleri kül olup denize karıştığında kazanılmıştı Endülüs. Ayaklarım kumsala gömülmüş ufukta görünmeyen topraklara sesleniyorum. Sözlerim anlamsız, ne sıra sıra dizilmiş gemilerim ne onları yakacak cesaretim var.

Çölün sonsuz boşluğu ve okyanusun şiddeti arasında, 1001 gece diyarındayım. İbn Battuta’nın ülkesinde. Dik vadiden deniz kıyısına indiğimde Rabat’taki Fenike ve Roma kalıntıları, Fas krallarının mozoleleri önemini kaybetmişti. Dalgalar eteklerimde, okyanusun tuzlu kokusu genzimi yakıp yorulana kadar yürüdüm kumsalda.

Beyaz kerpiç binalar deniz kenarına kadar iniyordu. Lokantalardan yükselen balık kokularına karşı koyamadım. Küçük bir evin terasında, plastik tabaklarda belki de hayatımın en leziz balıklarını yedim. Alt katta yaşayan ailenin ekmek teknesiydi teras. Bahçede kavga eden çocuklara mutfaktan bir kepçe fırlatılsa da yaramazların sesi kesilmedi. Dede nargilesiyle girişteki sedire oturmuş ayak parmaklarını karıştırıyor, yaşlı kadınsa önünden her geçişte adama Arapça söyleniyordu.

Fas ülkenin en otantik şehri. Asırlardır değişmeyen mimarisi ve sarı kerpiç binalarıyla labirenti andıran Medine (surlar içinde kalan eski şehirlere verilen ad) hâlâ geçmişi yaşamakta. Eşek ve katırlar araç girmeyen dar sokakların hâkimi. Hamallar yol istediğinde veya toynak sesi duyulduğunda duvarlara mümkün olduğunca yaklaşmak gerekli. Endülüs Camii ve yanındaki Kettani Tekkesi ince işlemeleriyle farklı bir görünüm sergiliyor. Kuzey Afrika mimarisi çöl renginde, çiniler gök mavi. Dükkânlarda el sanatları sıralanmış. Dövülmüş bakırlar, yontulmuş taşlar. Endülüs’ten kalma parçalar gizlenmiş sokaklara. Bir girdap gibi beni kendine çeken Kur’ân sesi duyuluyor Kareviyyum Camii’nden. İçli ve kuvvetli. Nane çayının keskin kokusu yayılıyor kahvehaneden, bakır tepsiye dizilmiş bardaklara, masada oturan en bilge kişi doldurmalı çayı.

Dericinin kapısında sarı terlikli küçük çocuk bir dal nane veriyor elime. Şaşkın şaşkın baktığımda koklamamı işaret ediyor. Ben de gülümseyerek yiyorum yaprakları. Bir dal daha sıkıştırıyor parmaklarıma. Dükkânda burnuma tuttuğum nane bile engelleyemiyor kokuyu. Meşhur Fas terlikleri, montlar, çantalar raflarda sıralanmış. Terasa çıktığımda binaların ortasında arı peteğini andıran rengârenk boya havuzları. Tabakhane ne kadar kötü koksa da derileri işleyip, boyarken hızla inip çıkan cılız kemikli bacaklar, iplere asılmış rengârenk deriler ve kırmızı fes takan satıcılarıyla farklı bir dünyanın kapılarını açıyor.

Kazablanka’ya yaklaştıkça kızıl toprak yerini açık yeşile bıraktı. Devasa okaliptüs ağaçları belirdi önümüzde. Atlas dağlarından kızgın çöllere yol aldım. Beyaz binalar güneşin ilk ışıklarıyla parlarken girdiğim şehir filmlere ev sahipliği yapacak kadar güzel. Atlas okyanusunun kıyısında yer alan bu liman kenti, doğu ile batının sentezi. İslam medeniyetinin garba uzanan son noktası. Cellabe (yerel Fas kıyafeti) giymiş beyaz Afrikalılar akıcı Fransızcalarıyla beni şaşırttı. Kazablanka biraz Arap biraz Fransız. Geniş bulvarları ve barok binaları bunun kanıtı.

Kral II. Hasan Camii denize uzanmış kayalardan yükselirken İslam dünyasının en yüksek minaresi üç altın küreyle gökyüzüne uzanıyor. Kral kapısı kapalı, caminin mimarı Fransız olunca çizgiler modernleşmiş. Sayısız sütunlar derinliğe uzanıyor. Ben ise Sinan’ın yuvarlak hatlarını, kubbeyi, döne döne semaya ulaşan minareyi arıyorum. Okyanusun sesi namaz surelerine karışırken cami tenha. Yalnızlığını unutturmak için uzaktan geçen gemiler onu selamlıyor.

Kazablanka güvercinlerin şehri. Meydanda bir avuç yem aldım elime. Bir anda kanat sesleri sardı etrafımı. Çekinmeden, acıtmadan yediler. Yalnız kaldığımda elimde beyaz bir tüy vardı.


Hande Berra'ın Yazısı.