İsmet Özel Gündem Hakkında Konuştu!
Ahmet Faruk Dursun
"Zor zamanlardan geçiyoruz; kazanımız en üst derecelerden kaynıyor: Bir yanda "açılımın" çıktığı açmaz, bir yanda dünyaya bomba gibi tesir eden ışıd, bununla birlikte ösö, hizbullah, pyd ve daha birçok grubun mezhepsel, ırksal, siyasal ilişkiler bakımından bulunduğu karmaşık durum, bir taraftan Türkiye`nin Avrupa Birliği sürecinde geldiği nokta ve 16 Haziran Salı yani bugün gerçekleşecek olan ziyaret..." tarzından girizgahlarla dolu bir çok yazı dolanıyor ortalıkta."
Kimisi ele aldığı konuyu iyice analiz edip, analizinin neticeleri üzerine olacaklarla ilgili tutarlı tahminler yapmaya çalışıyor, kimisi böyle zamanlarda yapılması gereken bir olmaktır deyip birliğin, beraberliğin öneminden dem vurarak birçok sorunu daha sonra yeniden misafir etmek üzere evden kovmaya çalışıyor, kimisi bir noktayı ele alarak buna farklı pencerelerden yaklaşmanın önemine vurgu yapıyor, kimisi de bir tarafı oklarına hedef yapıp, diğer tarafın zulmünü görmezden gelmek suretiyle zulme odun taşıyor, farkında bile değil...
Bu yazıların birçoğu, doğru olanın ortaya çıkması için oldukça büyük bir önem arz ediyor. Fakat bazen zihnimiz bir olaya, bilgiye, ayrıntılara öyle takılıp kalıyor ki bu parçaların arasındaki irtibatı göremeyip boğuluyoruz.
İsmet Özel`in yazılarından derlenen "Zor Zamanda Konuşmak" kitabı bu irtibatı anlatıyor. Belki bu gaye ile yazılmamıştır lakin bu özelliği koruyabildiği içindir ki ilk baskısı 84`te yapılmış olmasına rağmen yukarıda bahsettiğim konulara dair oturaklı tahminler yapabiliyor, yapıcı çözümler üretebiliyor.
Peki, kitaba bugünün gündemine dair sorular yöneltsek hangi cevapları alırdık? Birkaç örnek vererek gerisini ilgi ve merakınıza havale ediyorum:
Son olaylar bağlamında muhalefet, hükümete iç ve dış politikada hatalı, etkisiz, nihayetinde başarısız bir siyaset izlediği eleştirileri getiriyor. Hemen ardından da hükümetin itirazlar sadalarını işitiyoruz. Neden birinin doğru dediğine öteki yanlış diyor? Aynı Türkiye’den bahsetmiyor muyuz sonuçta?
Türkiye`de ülkenin durumundan, geçmişinden, geleceğinden söz etmek, ama bunu hiçbir donmuş kafa yapısına hizmet etmeyi gözetmeden, günün politik akışı içinde alacağı yeri hesaba katmadan yapabilmek her babayiğidin harcı değildir. İdeolojiler tarafından sınırlar çizilmiş çeşitli Türkiyeler var. Her Türkiye sözü bunlardan biri içine girmiyorsa hem anlaşılma şansını çok azaltır, hem de bir tedirginlik, bir şüphe uyandırır. Sebebi basit: Türkiye`yi tanımlarken ya bugün gücü elinde bulunduranların işine yarayacak bir "iş" yapmanız istenir, yahut yaptığınız tanım yarın gücü elinde bulundurması beklenenlerin hazırlığına katkıda bulunmalıdır. Yani bütün tanımlar tek yandan; güç (iktidar) açısından yapılır.
Ne tür tanıma sokuşturulursa sokuşturulsun Türkiye ideolojilerin veya önyargıların sunduklarından farklı bir çehreyi hep taşıyacaktır. Gerçi kasıtlı tanımları yapanlar da bilirler kafalarındaki resme uygun bir Türkiye`nin var olmadığını, ama laftaki tasarılar her zaman gerçeklerden daha değerli gelir insana.
Şimdiyi ve dünya tarihi bakımından yakın sayılabilecek bir geçmişi göz önüne aldığımızda "uluslararası güçlerin" Ortadoğu siyasetindeki etkisi nasıl okunmalı?
Bugün metropol ülkelerin son derece dikkatli oldukları hususlardan biri, belki de birincisi bütün uydu ülkelerin kendi aralarında çatışmalı kalmalarını temin etmektir. Endüstri ve enformasyonun gelişme potansiyeli taşıdığı bütün bölgeler aynı zamanda savaş bölgeleridir. Bu durumdan metropolün büyük kazancı, günlük dertlerinden başını alamayacak olan "uyanmış" yörelerin medeniyetin geleceğini tayinde belirleyici rol oynamaya fırsat bulamamaları olacaktır. Nitekim bulamadıkları belli. Sınır sorunlarından, ülke içi rejim meselelerinin komşularına taşmasına kadar bütün dertler, dünyanın değil aynı zamanda elinde endüstriyi doğrudan ilgilendiren kozları bulunduran bölgelerinde patlak veriyor. Ama işin tuhafı bu bölgelerde dahi tazı tam tavşanı yakalayacağı sırada tavşana kaçış kapısını açıyorlar ve fakat tavşan tam arayı açıp rahat nefes alacağı ortam yaklaşınca da tazıyı tavşanın yerini haber veriyorlar.
Bu kovalamaca bir taraftan metropol ülkelerin otosunu yürütüyor, bir taraftan da uydu ülkelerin medeniyet labirentinin çarpışıklığı içinde enerji tüketmelerini sağlıyor. Bu mekanizma işletilmese medeni dünya kendi meseleleriyle baş başa kalacaktır. Kendi felsefî temellerinden kuşkuya düşmüş bir medeniyet, ister istemez bir hayat yolu arayacaktı. Bunu bulabilir mi, bulamaz mı, orası ayrı konu ve lâkin bu ölümcül ânı geciktirmek için "başkasının kanını" kullanıyor metropoldekiler.
Birçok siyasi hadise yaşanıyor. Olayları anı anına takip etmek, bilinçlenmek, tavır almak bizim gibi "sıradan" insanlar için ne kadar mümkün?
Dünya politikasında olduğu kadar, her ülkenin milli politikası da sıradan insanları (eğer sorumlu ve bilgili iseler) akıl sağlığı bakımından tehdit ediyor. Sıradan insanlar kitle iletişim araçları yoluyla dünya politikası ile ve hem kitle iletişim araçları, hem de ekonomik, sosyal ilişkiler sebebiyle ülke politikası ile ilgilendirilmek durumunda bırakılıyor. Fakat bu ilginin doğrudan veya dolaylı biçimde pasif kalması kaçınılmaz. Sıradan yurttaş ya olan bitene seyirci kalacak veya herhangi bir toplumsal kurumun bünyesinde (bir korporasyon, bir dernek, bir parti, bir baskı grubu) yer alarak olan bitene seyirci kalmakla yetinmediğini ispat etme yolunu seçecek. Fakat ikinci durumda dahi birinci derecen karar mevkiinde olmadığı sürece yine pasif kalacaktır.
Eskiden dünya politikası diplomatik bir olaydı. Birinci Dünya Savaşı öncesine kadar elçiler olduğu kadar hükümdarlar da "gizli" buluşuyor ve kamuoyunu bu görüşmelerin sonuçlarından ancak savaş gibi, işgal veya imtiyaz gibi durumların ortaya çıkması sonucunda etkileniyordu. Sonraları açık diplomasi diye bir gelenek teessüs ettirildi. Devlet başkanlarının, elçilerin, resmi temsilcilerin, milletvekillerinin, başbakanların nereye gittiği, kiminle görüştüğü herkesin gözü önündeki olaylar durumuna geldi. Sanki her şey gözler önünde olup bitiyordu. Ama gerçekte neler olup bittiğini kimsenin bildiği yoktu. O kadar yoktu ki görüşmeleri bizzat yapanlar bile çevrelerindeki örgünün, içinde bulundukları ağların gerçek mahiyeti hakkında habersiz sayılabilirlerdi. Bu duruma "açık demokrasi, gizli ilişkiler" diyoruz. Bir yetkilinin "niçin" gittiği ve orada "ne" görüştüğü bilinmez. Bilinen gittiği ve görüştüğüdür.
Sıradan yurttaşın zarar gördüğü nokta her şeyden haber edilmesi fakat hiçbir şeye karıştırılmamasıdır. Esasen toplum yapısının bunca karmaşıklaştığı bir seviyede zaten ilişkiler istenilse de insanların yeterli oranda işin içinde yer alamayacakları biçimde düzenlenmiştir.
GENÇ'ın Yazısı.