Hamit Kardaş

Sinema ile olan ilişkim film izlemekten ve izlediğim filmin vermek istediği mesaj üzerine kafa yormaktan öteye geçmedi hiç. Sinema üzerine hiçbir teorik okuma yapmadığım gibi bu alandaki terimlerin anlamını dahi bilmem fakat Türk sinemasının uzun yıllar köklerine yabancı kaldığını idrak edebiliyorum. Çok az sayıda eserin dışında Türk sinemasının batılı bir hayat tarzı dayattığını anlayabiliyor, görebiliyorum. Zaten bunu görmek için teorik sinema bilgisine vakıf olmak da gerekmiyor sanırım.

Dün vefat eden Ayşe Şasa Türk sinemasına büyük emek vermiş bir isimdi. Onlarca filmin senaryosuna imza atmıştı. Sinema sanatının kıt imkanlarla icra edildiği dönemde ortaya hatırı sayılır güzellikte eserler ortaya koymuş birisiydi. Son Kuşlar, Gramafon Avrat ve Ah Güzel İstanbul, Türk sineması denince sayacağım 10 film arasında senaryoları Şasa’ya ait olanlar…

Ayşe Şasa, sosyalizmin hakim olduğu bir çevrede yaşadı, 68 kuşağındandı. Kemal Tahir ile olan tanışıklığı ve Tahir’in üzerindeki etkisi sebebiyle kuşağındaki birçok kişi gibi bağnaz değildi muhtemelen fakat 1980’li yıllarda geçirdiği ciddi travmalar ardından yaşadığı dönüşümü aklından bile geçirmemişti belki de. Bu süreçte Muhiddin İbn-i Arabi Hazretleri ile tanışan Şasa, büyük bir değişim yaşadı. Tasavvuf ve adanmışlıkla tanışan Şasa’yı sanırım bu süreçte ayakta tutan da maneviyat oldu. Zira yakın çevresi özellikle 1993’te ‘Yeşilçam Günlüğü’nü yayınladıktan sonra onunla irtibatı kopardı veya en azından eskisi gibi ilgi göstermemeye başladı.

Ayşe Şasa’ya sinema camiasının ilgisizliği 20 yıl boyunca devam etti. Nihayet 2013’te 32’ncisi düzenlenen İstanbul Film Festivali`nde `Sinema Onur Ödülü`ne layık görüldü. Editörlük yaptığım Dünya Bülteni’nin Genel Yayın Yönetmeni Akif Emre, ödülün açıklandığı günlerde bana Ayşe Şasa’yı arayarak ödülle ilgili düşüncelerini almamı ve bunu haberleştirmemi istedi. Telefondan ses kaydı yaptığımız cihazı tüm çabalarıma rağmen bulamadım. Yine de aradım, kendisi konuşurken hızlıca yazabileceğimi düşündüm. Aramadan önce İstanbul Film Festivali ve ödülün mahiyeti hakkında bilgi edindim ve birkaç soru hazırladım.

Ayşe Hanım, telefonu açtığında kendimi tanıttım ve arama sebebimi söyledim. “Söyleyeceklerimi yazmaya hazır mısın” dediğinde şaşırdım. Bunu fark edince açıklama yaptı. Medya ile röportaj isteklerini geri çeviriyormuş genellikle. Kendisi soruları ve cevapları hazırlamış. O okudu, ben yazdım. Arada “Yorulduysan dinlenelim biraz” diyerek başka şeylerden bahsetti. Aslında kısa bir metin hazırlamıştı fakat metni noktalama işaretlerinin nerede kullanılacağına kadar her şeyi en ince ayrıntısına kadar okudu. Yazma işlemi bittikten sonra teyit etmek için bana da okuttu. Teşekkür ettim, böylece görüşme bitti.

O okuduğunda kalemle yazdığım röportaj metnini bilgisayara da aktardım, gerekli düzenlemeleri yaparak siteye ekledim. Her ne kadar bana sadece söylediklerini yazıya aktarmak düştüyse de ortaya çok iyi bir röportaj çıktı.

Röportaj sitede yayınlandıktan sonra çıktısını alarak internet kullanmayan Ayşe Hanım’a faks aracılığı ile ilettim. Sonraki günlerde aldığı ödülle ilgili kendisi ile röportaj yapma imkanı bulan tek kişi olduğumu öğrenecektim.

Ayşe Şasa röportajında aldığı ödülün kendisini uzaklara götürdüğünü söylüyordu. Senaristliğe başladığı dönemde bu toplumun Batı`dan ayrı olan kendi medeniyetinin mirasçısı olması gerektiğini, kendine has etik ve estetik kodları olduğunu Türk okumuşlarına anlatmak için çok çırpındıklarını fakat başarılı olamadıklarını belirten Şasa, Yeşilçam Günlüğü’nü yayınladıktan sonra da söylediklerinin sadece Müslüman camiada yankı bulduğunu ifade ediyordu. Şasa, söylediklerinin İslami camia tarafından ilgiyle karşılanmasından memnundu fakat aynı camianın sinemaya ilgisizliği ve bu alanda bazı istisnalar dışında ciddi eserler ortaya koyamayışı hakkında ne düşünüyordu acaba, bunu kendisine sormak isterdim.

Şasa, röportajında ayrıca içerisinde manevi bir esinti, manevi bir ışık bulunan filmlerin hem dünyada hem de Türkiye`de çok az olduğundan şikayet ediyor ve bu tarz filmlerin muhakkak yankı bulacağını belirtiyordu.

Röportajın sonunda ise Şasa gençlerin bu toplumun tarihi sanat gelenekleri ve klasikleriyle yoğun bir şekilde ilgilenmeleri, yetişme çağlarında bilinç ve bilinçaltı rezervuarlarını bunlarla donatmaları gerektiği yönünde tavsiyede bulunarak “Kendi kökleriyle barışmayan bir toplumun soylu ve orijinal şeyler yapması mümkün değil” diyordu.

Söz konusu röportaj binlerce hit aldı ve sosyal medyada yüzlerce kez paylaşıldı. Star Gazetesi Kültür Sanat muhabirlerinden Gülcan Tezcan Twitter’da paylaşırken “Çok uğraştığımız halde kendisinden röportaj alamadık. Dünya Bülteni’ni takdir ediyorum” mealinde bir not yazmıştı.

Ayşe Hanım’a Allah’tan rahmet diliyorum. Mekanı cennet olsun.


GENÇ'ın Yazısı.