Mahmut Sami Özşahin

Oturuyordum. Aklıma gelmişken bâri yazayım dedim. Ne mi aklıma gelen? Bir senaryo.

Şöyle;

Yatılı eğitim veren bir lisede mezuniyet kutlamalarına yaklaşık iki hafta kalmıştır. Okulun sözüm ona çokbilmiş ve bilim dallarında uzman takılan hocalarını büyük bir telaş kuşatmıştır. Aylardır, ne yapsak, ne etsek, kaç dolap çevirsek de şu öğrencileri mutlu etsek diye kara kara düşünmüşler ve sonunda bir neticeye varmışlardır. Ama asıl zorlu zaman dilimi bu noktadan sonra virgülleri damla damla serpiştirmeye başlamıştır bizim hocalara. O, çok iyi kavradıkları bilgileri iş faaliyete gelince düğümlenivermiştir.

Neyse, hocalar telaşeleri ile beraber bırakalım ve gelelim öğrencilerin haline. Karne heyecanı? Hak getire! Aile özlemi? Ne mümkün! Eee hani biraz heyecan vardır. Okuldan ayrılıyorlar sonuçta. (Ses efekti: Oley be!) Ama maalesef o da yoktur öğrencilerin aklında. Çünkü akıllara zarar bir haber öğrenciler arasında geniş bir kitlede taban yakalamış bir virüs gibi hızla yayılıyordur. Haberin kısa bir süre sonra bütün okulu saracağı kesindir.

Haber şu: Yıllar önce okulda öğretmenini bir gece vakti öğretmenler odasında bıçaklayarak öldüren bir öğrenci beş sene kaldığı hapishaneden firar etmiştir. Kalbi intikamın her türlü arzusu ile dolu olan bu öğrenci okula geliyordur. Ayrıca hapishanede geçirdiği beş sene boyunca intikamın nasıl ve kimlerden alacağını en ince ayrıntısına kadar belirlemiş olduğu haberin detaylarıdır.

Bu haber bir süre sonra hocaların virgüllü zihinlerine ünlem olup oturur ve beyinlerinde korku fırtınaları arasında şimşekler çakmaya başlar. Birkaç gün sonra da katilin okulda olduğu haberi çok güvenilir bir kaynaktan öğrencilere ulaşınca ortalık kaosa sürüklenir.

Bir gece vakti öğrenciler çığlıklar atarak aşağı koşarlar ve okulun giriş katına toplanırlar. Yataklarında Elm Sokağı`nın yaprak hışırtılarını dinleyen hocalar, öğrencilerin çığlıkları ile panikleyip apar topar aşağı inerler ve asıl olay bundan sonra başlar.

Okulun çağdaş, elleri cebinde olduğu halde kendinden emin yürüdüğünü zanneden müdürü, öğrencilerin çığlıklarını dinlerken odasında korku terleri döküyordur. İçinde hemen öğrencilerin yanına koşup kalabalığa karışmak gibi bir arzu vardır. Ama bunu gururuna yediremez çünkü o müdürdür. Her şeyi kontrolü altına aldığını yutturabilmek için biraz daha bekler. Ama ne bekleyiş!

Neyse bekleyişi sonunda biter ve titreyen dizlerine hâkim olmaya çalışarak odasından çıkar. Tam o anda okulun elektriği kesilmesin mi? Bizim müdür vücudunu kara bir örtü gibi saran karanlıkta basar çığlığı:

‘’Arkadaşlar panik yok geliyorum!‘’

Aaa! Ne oldu şimdi? Kamerayı müdürün odasının kapısının önüne çevirelim şöyle yavaşça. Burası gizli sahnedir göremezsiniz normalde.

Görünen şudur. Sadece pencereden hafifçe seğirten ay ışığı ile aydınlanan karanlık bir ortam. Odanın kapısının sol tarafı tamamen karanlık ve en kötüsü KAPI AÇIK!!!

Yaa! Yaa! İşte böyle! Herkes panikten en alt kata toplanmış ve birçok odanın kapısı açık unutulmuş. Bize bir oda yeter.

Senaryonun devamını tahmin ediyorsunuzdur ama yine de yazayım:

Karanlıktan bir adam çıkar. Müdürün odasına girer. Alacağı ne varsa alır veya koyacağı ne varsa koyar ve odanın kapısını kendine has bir yöntemle kilitleyip gider. Nasıl kaçacak peki? Pencereden.

Senaryo işte bu. Eee niye yazdım bunu. Amacım ne, benim?

Düşünün. Devasa bir ekranın karşısında oturuyorsunuz. Evet izlediğiniz filmin türü korku. Her an hazırsınız korkmaya. (Yaşa ve kişiye göre derecesi değişir. Hiç fark etmez.) Sadece bir ânı bekliyorsunuz. O ân ki bütün vücudunuz yukarıdan aşağıya sarsılacak. Bütün hisleriniz aşağılara, okulun giriş katına akacak. Maalesef yukarıda kimse kalmadı. Yine maalesef kapı açık. (Yaşa ve kişiye göre kapı aralığı değişir. hiç fark etmez.) Her filmin bir hırsızı veya verici konumundaki bir insanı(Sahnesi, dakikası, saniyeleri, saniyesi) vardır. Yeter ki kapıyı açık bulsun.

‘’Eee ne yapalım? Hiç korku filmi seyretmeyelim o zaman.‘’

Şey… Yani… Öhhöm… Ühhüm… Ehem… İhim… MAKE YOUR CHOİCE! (Seçimini yap!) Ops! Ben de mi izlemişim ne!


GENÇ'ın Yazısı.