Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra Türkiye’de cumhuriyet rejimine geçildi. Artık çok uluslu devlet profiline veda edilmiş, sonucunda bir ulus devlet inşâ edilmişti.

Ulus devletin inşâsının kaynağı Batı idi. Batı modeline uygun bir devlet kurulurken Batı’da şekillenen kimi düşünceler Türk aydınını etkilemişti. Bunun sonucunda birçok ideoloji toplum hayatımıza girdi. Peki, düşünce ve siyaset hayatımıza dahil olan ideolojiler derdimize deva oldu mu?

Günümüzün havasına bakarak artılarımız ve eksilerimiz nelerdir? Bunun üzerinde ciddi şekilde düşünülmeli, tartışmalar yapılmalıdır.

Geçen hafta yayınlanan bir değerlendirme yazısı değindiğimiz konuya dair bir feryadı içeriyordu: 8 Haziran Pazar günü Radikal Gazetesi`nin eki Radikal İki’de Levent Gültekin’in “Durmak Zorundayız, Bu Yola Devam Edemeyiz” başlıklı yazısından söz ediyorum. İslamcı kimliğiyle tanınan bir yazar olan Levent Gültekin kendi camiasının sosyal ve siyasi hayatta içinde bulunduğu durumdan feryad ediyordu.

Gültekin kendi ile aynı fikriyâta sahip olan iktidara, sivil toplum kuruluşlarına esaslı bir uyarı yapıyor. Biz İslamcılar olarak hasar tespit raporu çıkarmamız gerek diyor. İslamî düşünce hassasiyetine sahip olan insanları, sivil toplum kuruluşlarının adalet, ticaret, ifade özgürlüğü gibi konularda çok büyük yanlışlara düştüğünü ifade ediyor. Gültekin’e göre kendisinin de içinde bulunduğu İslamî camianın toplumsal huzursuzluğun kaynağı haline geldiğini belirtiyor. Yazısını “bataklıktayız, ne yolu ne devamı” şeklinde bitiriyor.

Belirtmem gerekir ki; Levent Gültekin ismini kısa bir süre önce duydum. Kendisi daha önce kimi gazete ve tv’lerde görev almış. Şu anda İnternet Haber adlı sitede yazılarına devam ediyor. Yazdığı yazıların bir kısmını okudum. Ama konu Gültekin’in yazıları değil.

Radikal Gazetesi`nin ekinde yayınlanan yazıda yaptığı tespitlerin değerlendirilmesi. Gültekin’in yazısında haklı olduğu noktalar var. Bazı tespitlerin toplumda görünür bir yönü yok gibi gelebilir. Yine de bu yazı bir uyarı yazısı olarak göz önünde tutulabilir.

Ancak Levent Gültekin’in yazısının bütününde oldukça karamsar bir hava hakim. Haklı olduğu kimi noktalar olsa da Gültekin toplumdaki tüm olumsuzlukların hesabını sadece İslamî camiaya yüklüyor. Diğer grupları hiçbir şekilde tartışmaya açmıyor. Kendi camiasına seslenerek özeleştiri yapmalıyız diyor.

Gültekin, oldukça endişeli bir ruh halinde gibi. Eleştirilerini bu ruh haliyle yazıya aktarmış. Biraz da objektiflikten uzak kalmış. Gültekin toplumdaki huzursuzluğun kaynağı olarak İslamcıları gösteriyor. Başka çevrelerin konumunu tartışmaya açmıyor. Çizdiği karamsar tablo biraz abartılı. Gültekin bütün çevrelerin konumunu tartışmaya açsa, esaslı bir değerlendirme yazısı kaleme alsa ciddi tartışma konuları oluşabilirdi. Göründüğü kadarıyla yazı İslamî gruplarda da pek bir infi’al yaratmadı.

Kanaatimce tartışılması gereken asıl konu şudur: Türkiye’de varlığını sürdüren değişik ideolojik gruplar ne haldeler? Gelecek zamana dair ne gibi projeleri var?

Bu noktaya gelince insanın düşüncelere gark olması mümkün. Toplumdaki bütün grupların ruhsuz hali göz önüne gelince insan böyle düşünüyor. Gültekin’in şikayetçi olduğu İslamî kesimin dışndakiler de aynı durumda. Bu hastalıklı durum sadece ifade özgürlüğü, adalet ve ticaretin daha da ötesinde. Bütün kesimlerin köküne sinmiş ruhsuzluk hâli gelecek açısından önemli tehlikeler arz ediyor. Bu ruhsuzluk hâli Türkiye’nin bir kültür-medeniyet havzasını oluşturmanın önünde asıl engeldir.

Türkiye’de bütün gruplar üretim darlığının içinde sıkışmış durumdalar. Fikir üretilemiyor. Kültür, sanat, medya sektörünü elinde tutan ve proje üretme başarısı gösterenler de bir kısırlık çeperine gitgide yaklaşmaktalar.

Levent Gültekin’in eleştirilerine maruz kalan İslamî kesim vesayetin geriye itilmesinden sonra özgürlüklerine kavuştular. Bu özgürlükler ve kimi problemlerin çözümü onları eski coşkulu, kavgacı günlerinden uzaklaştırdı. Ancak Türkiye’yi şekillendirebilecek, ruh iklimini canlandırabilecek bir atılım da gerçekleştirilemedi. Bu eksende beklenen bir hareket doğmadı.

Muhafazakâr kesim ise nostaljik tavrından kurtulamadı. Bu durumdan kurtulamadığı için geleceğe dönük bir ideal geliştiremedi. Yahya Kemal’in deyimindeki kökü mazide olan ati doğ(a)madı.

Sol kesim ise kültür-sanat ve medya sektöründeki iktidarını siyasette gösteremedi. Kökü Batı’ya dayalı olan sol ideoloji bu toprakların değirmenine girerek bir dönüşüm gerçekleştiremedi. Bütün dünyada olduğu Türkiye’de de sol hareketlerin sonu gözküyor gibi.

Sorumluluk Türkiye’yi ayakta tutmak isteyenlerin sırtında. Herkes kendini bir özeleştiriye tabi tutsa farklı düşünceler üretmeyi başarsa değişim de olacaktır.

Dünya üzerinde yaşanan değişim, dengelerin değişmeye başlaması, yeni güçlerin meydana çıkışı Türkiye için güzel bir fırsat olabilir. Durulabilecek yer iyi seçilebilirse Türkiye gelecek dönemlerde önemli bir aktör olma şansına sahip olabilecektir. Coğrafi konumu, gelenekleri, değişik kültürlerle oluşturduğu mozaik bunu bir sorumluluk haline getirmektedir.


M. Sait Aktaş'ın Yazısı.