Kulunu muvaffak kılan ve onun işlerini kolaylaştıran elbette Yüce Rabbimizdir. Ancak bu kolaylaştırmada ve başarıya eriştirmede,  kulunun gayretine değer veren bir Rabbimiz vardır.

وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِمّاَ عَمِلُوا وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ

“Herkesin işlediği amellerden kaynaklanan dereceleri vardır. Rabbin onların yaptıklarından
habersiz değildir.” (el-En’âm, 132)

rtı ve eksi sonsuz arasında düşüşler ve terfiler kazanma ihtimali her zaman söz konusu olabilen insan için, Kur’an’da ahsen-i takvim(en güzel ve en üstün seviye) olarak gösterilen hedefe doğru atılacak her bir adım, esasen bir derece göstergesidir. Hiç şüphesiz bu derecelerin gerçekleşmesine vesile olan muhtelif sebepler sayılabilir. Bunların hepsine bu yazıda yer verecek değiliz. Burada bir irâdeye dayalı olarak ortaya konan bilinçli eylemlerimiz diyebileceğimiz “amel” konusunun, insânî kalitenin gelişmesinde ve Rabbin katında kişinin ulaşacağı derecelerdeki rolü üzerinde duracağız.

Kur’ân-ı Kerim, “amel” ve “derece” arasında var olan sebep-sonuç ilişkisine açık bir şekilde şöyle işâret eder:

“Herkes için işlediği amellerden kaynaklanan dereceler vardır. Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir.” (el-En’âm, 132)

Kur’an’da bu konu çeşitli vesilelerle sürekli gündemde tutulur. Meselâ yapılan hiçbir gayretin zerre kadar bile olsa kaybolup gitmeyeceği çarpıcı ifadelerle beyan edilir:

“…Kim zerre kadar iyilik yapmışsa, onu(n karşılığını), kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu(n karşılığını) elbette görecektir.”  (ez-Zilzâl, 7-8)

“Gerçek şu ki, insan için çalışıp didindiğinden başkası yoktur. Ve çalışması da yakında görülecektir. Daha sonra da bu çalışmasının karşılığı kendisine eksiksiz olarak verilecektir.” (en-Necm, 39-41)

İnsanın gelişim seyrinde ve sonuçları devşirmesinde, kendisine yüklenen istidat ve kabiliyetlerin ve daha genel bir ifadeyle, Allah’ın  ihsan, ikram ve engin rahmetinin elbette çok büyük bir yeri vardır. Ve fakat Yüce kudretin bu ikramlarına bakarak, amelleri ve  çalışmayı önemsizleştirmek ve hatta onlara hiçbir değer vermemek de, ince düşünülürse Yüce Yaratıcının indirdiği ya da hayata  koyduğu âyetlerinden gafil olmak demektir.

Kulunu muvaffak kılan ve onun işlerini kolaylaştıran elbette Yüce Rabbimizdir. Ancak bu kolaylaştırmada ve başarıya eriştirmede, kulunun gayretine değer veren bir Rabbimiz vardır. Nitekim şöyle buyrulmuştur:

“Bizim uğrumuzda gayret gösterip mücâhede edenlere, elbette muvaffakiyet yollarımızı gösteririz. Muhakkak ki Allah, yaptığını en güzel bir şekilde (en güzel kıvamda ve ihsan duygusu1 ile) yerine getiren kimselerle beraberdir.” (el-Ankebut, 69)

Bu ve benzeri âyetler, ilâhî yardımların inmesinde kulun gayret ve çalışmasının en güzel vesilelerden biri olduğuna işâret eder. Yoksa bu tespitler, elbette ilâhî yardımın sadece gayrete bağlı olduğu anlamına gelmez. Rabbimiz, dilediği kullarına dilediği ölçüde zâhirî sebepler söz konusu olmadan ihsan ve ikramlarda da her zaman bulunabilir. O’na sınır çizecek hiçbir prensip ya da güç tasavvur  edilemez.

Yapılan amellerin çeşidi, kalitesi,az ya da çok oluşu elbette sonuçlarda da etkili olmaktadır. Bu meyanda oturanlarla yürüyenler, ya da yürüyenlerle koşanlar hiçbir zaman eşit değildirler. Herkes gayreti ölçüsünde bir sonuçla karşılaşacak ve alacağı derece o nispette olacaktır. Âyet-i kerimede bu konu şöyle ifade edilir:

“Özür sahibi olmaksızın cihaddan geri kalıp oturan müminlerle, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad eden müminler elbette bir olmaz. Allah malları ve canları ile mücahede edenleri, derece bakımından cihada gitmeyip oturanlardan üstün kılmıştır. Gerçi Allah hepsine de en güzel yurt olan cenneti vâd etmiştir, ama mücahede edenleri, cihada katılmayanlardan çok daha büyük mükâfatlarla, tarafından derece derece rütbeler, hususi bir mağfiret ve rahmetle mümtaz kılmıştır.” (en-Nisâ, 95-96)

Çalışmak ya da tembellik etmek, üretmek ya da pasif bir şekilde kendi içine çekilmek, dünyevî sonuçları itibariyle farklılık oluşturduğu gibi, uhrevî bakımdan da farklı derecelere vesile olacaktır. Evet, sonuçta Allah’ın rahmeti olmadan hiç kimseyi yalnız ameli cennete eriştirecek değildir. Fakat cennete girmede ve orada derece elde etmede amellerin hiçbir etkisinin olmadığını söylemek de, Kur’ân-ı Kerim’in verdiği mesajlarla bağdaşmayacaktır. Nitekim şöyle  buyrulmuştur:

“(Cennette) onların altlarından ırmaklar akarken, kalplerinde kinden ne varsa hepsini çıkarıp atarız. Ve onlar derler ki: «Hidayetiyle bizi (bu nimete) kavuşturan Allah’a hamdolsun! Allah bizi doğru yola iletmeseydi kendiliğimizden doğru yolu bulacak değildik.  Hakikaten Rabbimizin elçileri gerçeği getirmişler. » Onlara: İşte size cennet; yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık ona vâris  kılındınız diye seslenilir. ” (el-A’râf, 43)

Alan değil veren olmak, taşınan bir yük değil, yük taşıyan bir şahsiyet olmak, zayıf değil, güçlü olmak, bize gösterilen ilâhî ve nebevî bir hedeftir. Bu çerçeveyi en güzel şekilde ifade eden şu hadis-i şerif, inanan bir kimse için tam bir hayat ölçüsü niteliğindedir:

“Kuvvetli mü’min, (Allah katında) zayıf mü’minden daha hayırlı ve daha sevimlidir. (Bununla beraber) her ikisinde de hayır vardır. Sen, sana yararlı olan şeyi elde etmek için hırsla çalış. Allah’dan yardım dile ve asla acziyet gösterme. Başına bir şey gelirse, “şöyle yapsaydım, böyle olurdu” diye hayıflanıp durma. “Allah’ın takdiri bu, O, ne dilerse yapar” de. Zira “eğer şöyle yapsaydım” sözü şeytanı memnun edecek işlerin kapısını açar. ” (Müslim, Kader 34. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 10.)

Hulâsa, horul horul uyuyanlar değil, harıl harıl çalışanlar kazanacak ve yüksek derecelere hem dünyada ve hem de âhirette onlar nâil  olacaklardır. İstiklâl şâirimiz Mehmet Akif’in ifadesiyle:

Allah’a dayan sa’ye sarıl, hükmüne (hikmete) râm ol

Yol varsa bu dur bilmiyorum başka çıkar yol

--------------------------------------------------------------------------------------

1. İhsan, Allah’ı görüyormuşçasına ya da O’nun tarafından sürekli izlendiği şuuruyla kulluk yapmak demektir.
 


Adem Ergül 'ın Yazısı.