Kızıl Şehir
Marakeş her an şaşırtıyor beni. Portakal ağaçlarının süslediği Bahira Sarayı, yerel sanatların sergilendiği Dar Sidi Sait, hanedan mezarlıkları, havuzlu girişiyle Bin Yusuf Medresesi ve Menare zeytinlikleri, Kutubiye Camii, Endülüs mimari tarzının ihtişamını taşıyor.
Zamanı fark etmek, onun tılsımlı çekiciliğinden uzaklaşmak imkânsızdı. Dokunulacak kadar gerçek, en basit şeylere sır yükleyen, geçmişle aramda açık kapı bırakan bir andı. Ben yüzümü zamanın gerisine, erişilmez geçmişe dönmüş bir gölge gibi, yanı başımda sepetinde kıvrılan bir kobra, parlak bir bilezik görene kadar sakince kollarda gezinen maymunlar, köşesinde hikâyeler anlatıp etrafını büyüleyen meddah ve ızgaradan yükselen kebap kokuları arasında dolaştım meydanı. (Cami-ül Fena Meydanı) Satıcı, sesleri susmayan bir çalar saat gibi, güçlükle nefes alana kadar, heybetli, ısrarcı, zaman zaman eğlenceli, durmadan devam etti. En sessizleri siyah sürmeli falcı kadındı. Elindeki üç beş taş ve kartlarla yalanlarını satmaya çalışırken ekşi, mayalı bir koku sürüklüyordu peşinden. Bu sıcak yaz akşamında hararetini dindirmek isteyenler taze sıkılmış çilek, portakal, nar suyu sıralanmış tezgâhların önünden durmadan geçemedi. Nane çayları dolduruldu. Şişler lavaşlara sarılırken baharatlı pilavın buharları tüttü. Ne şeker isteyen çocukların ne de tavlaya düşen zarların sesi duyuldu.
Parke taşlı uzun caddeye faytonlar dizilmiş müşteri bekliyordu. Sıkı bir pazarlık sonrası istenen fiyatın yarısından azına Marakeş’in ara sokaklarını at arabasıyla gezdim. Gölgeler kaybolduğunda şehrin en şık otelinin önünde durduk. Mağribi tarzda döşenmiş Mamonia ne kadar şaşalı olursa olsun Riadlar’ın masum ve otantik güzelliğinin yerini alamaz. Zarif işlemeli tahta kapılar ardında gizlidir eski evler. İki farklı tokmak süsler kapıları. Sert ve ağır olup tok ses çıkaran erkekler için, biraz daha alçağa takılmış küçük süslemeliler kadınlarındır. Binanın ortasındaki avlular özel hayatı meraklı gözlerden saklarken balkonlar hep içeri açılır. Dışarı bakan pencereler panjurlu. Havuza akan suyun sesi hiç kesilmez. Kimse bilmez nereden geldiğini. Beş yüzyıl evvel düşman zehir atmasın diye planlar yakılır. Mimarlar ölene kadar konuşmaz.
Hayal ile gerçek arasında, bir masalın sayfalarına sıkışmış Afrika’nın beyaz çocuğu. Güneş batarken şehir kızıla bürünüyor. Marakeş her an şaşırtıyor beni. Portakal ağaçlarının süslediği Bahira Sarayı, yerel sanatların sergilendiği Dar Sidi Sait, hanedan mezarlıkları, havuzlu girişiyle Bin Yusuf Medresesi ve Menare zeytinlikleri, Kutubiye Camii Endülüs mimari tarzının ihtişamını taşıyor. Kare minarede merdiven yok. Atla çıkılması için düz bir yol dönerek ulaşıyor şerefeye. Bir zamanlar altın olan üç küre uzanırken gökyüzüne, kuşlar uçmuyor üzerinden.
Majorelle Garden Afrika kıyafetlerine bürünmüş zarif bir Fransız kadınını anımsatıyor. Yves Saint Laurent tarafından yeniden tasarlanan bahçe, çivit mavi binası ve rengârenk saksılarıyla bir vaha. Çöle rağmen nilüferler açmış gölette, koyu pembe begonviller dolanmış panjurlara. Kuşlar yuva yapmış. Duvarların dibinden başlayan çölde kızgın hareler yükselirken bambu ağaçlarının gölgesi serin.
ATV -bir çeşit dört tekerli motor- kiralayıp tulum ve kasketlerimiz tozla kaplanana kadar gezdik. Güneş kum tanelerine dokunduğunda ısındı çöl. Tepeleri aşıp ufka doğru yarışırken uzaktan develer geçti. Gölgeleri yoktu. Bir an durup çölü seyrettim. Dört tekerlekli motosikletten başıboş uzanan çöle bakmak boşluğa düşmek gibi bir şeydi. Karşımdaydı tepeler, acımasız ve sessiz, tekdüze olsa da sıradan değildi ama hep beni çağırıyordu.
Hande Berra'ın Yazısı.