Ramazan`ın Keyfi Sosyal Medyada Çıkar (!)
Mehmet Sadık
Konuşacak çok şey var; bu kadar çok şeyin olması zihni ve bedeni yoruyor belki ama en azından konuşabilecek durumumuz, dünyaya karşı derdimiz var. Hamdolsun.
Ramazan ayı hoş geldi sefa getirdi. İnşallah gönüllerimize huzur, ömürlerimize bereket de getirir… Buna ilave olarak bir de eleştirim var; Ramazan’a değil tabii, O’nu karşılama şeklimize.
Medya sektörü kendini en çok yenileyen, teknolojiyi en çok kullanan alanlardan biridir. TV sektörü de bunun alt kategorisi olarak sürekli yeni işler, yeni programlar ve konseptler sokar hayatımıza. Son yıllarda hayatımıza giren “sahur ve iftar programları” da bunlardan biridir. Bu programların amacı, programı yapanların beyefendiliği, konukların birikimi ve kalitesi tabii ki takdire şayandır. Ama “neden aynı programlar, neden aynı programcılar, neden aynı konuklar?” soruları üzerinde düşünmek de gerekir. Ya bu sektörde “işler iyi gidiyor” mantığı hüküm sürüyor ya da “yeni bir şey yok” diyecek kadar tembel durumdayız. Bu tarz programların bir tekrar etkisi yaparak insanlara bir şeyler aşılama, öğretme amacında olduğu da söylenebilir, kalitenin devamlı olması gerektiği de söylenebilir ama gençlerin ve çocukların da Ramazan’ı diyorsak, yeni şeyler yapmayı da unutmamamız gerekir.
Ramazan ayının olmazsa olmazı “Çağrı” filmi serisinden de bahsetmekte fayda var. Bekir Develi Twitter’dan esprisini de yapmış: “Bu Çağrı filmi de yayınlanmasa sanki milletin orucu makbul olmayacak hissine kapıldım iyice” diye. Hakikaten öyle, sanki bu film Ramazan ayının yaklaşmasıyla beraber televizyoncular tarafından akıllara geliyor, “ya şu filmi hazırlayın Ramazan’da bol bol izleteceğiz” diyerek depolardan, raflardan, klasörlerden ana sayfaya, masaya taşınıyor. Filmin Hollywood sermayesinin yanında alanında tek özelliği taşımasından mıdır bilmem ama Mustafa Akkad çekmemiş olsaydı ne yapılırdı, Anthony Quinn oynamasa kimi izleyip “İslam ne güzel bir din!” derdik, kim bilir…
“Ramazan ayı barış ayıdır, sabır ayıdır, kardeşlik ayıdır” sözü her ne kadar bir klasik de olsa, hazır mesaj şablonlarına konu da olsa, sosyal medyada copy+paste edilmeye mahkûm da olsa, çok önemli ve doğru mesajlar içeriyor. Ramazan gerçekten birçok şeyden alıkoyuyor insanı; daha dün otobüste bir adam telefonda tartıştığı kişiye “Kardeş şu an niyetliyim, iftardan sonra yüz yüze konuşalım” dedi. İftardan sonra adamların kavga edeceği düşünülebilir ama bence iftarın vereceği manevi doyum bunu da engeller… Yani klasik diyoruz, hep aynı diyoruz ve sonunda yine tekrarlıyorsak, bari diğer tarafından bakalım meseleye. Sözdeki görünmeyeni görmeye çalışalım. En basitinden empati kurabilelim. Geçenlerde bir köşe yazısında okudum, “empati sırrını kaybetmemek” diye bir ifade vardı. Böyle bir sır varmış demek ki, o zaman bu sırrı keşfedip yaşamak gerekir. Böylece birçok mesele, birçok tekrar yerini keşfe ve yeniye bırakır. Empati de sadece insanlar arasında olmaz. Söz ile, yazı ile, kitap ile de empati olur. Tefekkür üstatları söylüyor bunu…
Kardeşlik ve birlik duygusunun ön plana çıktığı, bir arada olma hissinin yaşanmasına fırsat bulduğumuz bu ayda yapılan iftarlar ve iftar davetleri de çok önemli. İsrafın olmadığı, kalitenin ise hep olduğu sofralar berekete de vesile olur dostluğa da… Ama bunun zıttı olarak, maalesef en yanlış algılarımızdan olan “kalite israftır” anlayışı, kalitenin fiyat olarak fazla olduğu düşüncesinin sonucu olup, oldukça zararlıdır... Oysa kalite ucuza da satın alınabilir; bizim inancımız İslam’dır ve İslam bir ölçü dinidir. Bu sebeple de özellikle kurulan sofraların ölçülü olması gerekir. Bir diğer husus olarak, dışarıda yapılan, menü başına 100 TL‘yi bulan fiyatların da ölçüden uzak olduğunu belirtmek gerekir. “Param var, kaliteli olanı yiyorum, parasını veririm” diyebilirsiniz ama maalesef bu kendinizi kandırmanız Ramazan’da geçerli değil… Yani; “İftar menüsü 100 TL, burjuva mekânda görmemiş check-i’ni bedava, teravihe Sultanahmet’teyiz selfie’si ise paha biçilemez” diye de bilirsiniz tabii, karar sizin…
GENÇ'ın Yazısı.