İnsanlar trafikte anlayışsız oluyorlar, sosyal medyada saygısızlık yapıyorlar. Çünkü buralarda kurdukları iletişimi insanla değil makinayla kuruyorlar. Mesajın gittiği yer insan da olsa muhatap ilk elde makine olduğundan algı da makineye yönelik tepki geliştiriyor.

İnsani ilişki kurmanın en birinci adımı karşımızdakinin insan olduğunu kabul etmektir. Bu kabul karşımızdakinin aynı bizim gibi duyguları ve düşünceleri olduğunu, acı çekebileceğini ve mutlu olabileceğini, sevdiğini ve sevildiğini, canının acıyabileceğini ve kalbinin kırılabileceği gerçeklerini de peşinen kabul etmek demektir. Sonrasında iletişim gelir. İnsanla iletişim kurmak sadece söze dayanmak değildir. Bilakis iletişime kaşı- gözü, eli-ayağı, kafayı-gövdeyi de katmaktır. Ötesinde sese renk katmak, sözün hızını ayarlamaktır. Kalbin kendisine iletişimde yer bulmasıdır. Bu özellikleriyle insanla ilişki ve iletişim kendine has şartlara sahiptir. Dolayısıyla da insanla kurulan ilişki ve iletişim makine ile kurulan ilişki ve iletişimden oldukça farklıdır/farklı olmalıdır.

Günümüzde insanların birbirleriyle ilişki ve iletişimlerinden yana ciddi anlamda problemler yaşandığını tecrübe ediyoruz. Trafikte yapılan bitimsiz kavgalardan, cep telefonu mesajları üzerinden bitirilen ilişkilere; sosyal medya üzerinden edilen küfürlerden yanlış anlaşılmalarla dolu e-mektuplara kadar geniş bir silsilede önce iletişimimiz sonra ilişkimiz bozuluyor insanlarla. Çok sayıda insan, toplumun her geçen gün daha kaba, daha saygısız, daha anlayışsız, daha sabırsız vs. olduğundan şikayetler ediyor mutlaka konuşmalarında. Toplumu oluşturanlar sanki bizler değilmişiz gibi.

Hakikaten insanlar trafikte anlayışsız oluyorlar, sosyal medyada saygısızlık yapıyorlar. Çünkü buralarda kurdukları iletişimi insanla değil makinayla kuruyorlar. Mesajın gittiği yer insan da olsa muhatap ilk elde makine olduğundan algı da makineye yönelik tepki geliştiriyor. Trafikteki insanın karşısında insan değil kendisine zarar verme potansiyeli çok yüksek bir araba var. Sosyal medyada paylaşılan iletilerde karşımızda kanıyla canıyla bir insan değil donuk bir ekran duruyor. Bu bilmezliğin, bu görmezliğin, bu fark etmezliğin verdiği cesaretle insanlar birbirlerini kırıyor, üzüyor, incitiyor. Bunların sonucunda gerçek hayatta olamayacakları kadar hoyrat, anlayışsız ve kötü oluyorlar. Tam da bu yüzden ne yaparlarsa yapsınlar ciddi anlamda yol açtıkları zararın farkına varamıyor ve tamir etmeye girişemiyorlar.

İkinci Dünya Savaşı sırasında Hiroşima’ya bomba atarak 65000 kişinin ölümüne, iki o kadar insanın yaralanmasına sebep olan uçak pilotu Paul Tibbets bomba attıktan sonra 62 yıl daha yaşadı. Ölene kadar da yaptığının yanlış olmadığını, içinin rahat olduğunu savundu. Bu adam ahlaki anlamda hayatının sonuna kadar bir bozukluk ya da psikolojik anlamda bir hastalık göstermedi. Aile kurup, toplumunun aktif bir üyesi olarak hayatına devam etti. Peki ya süreç değiştirilip kendisinden aynı sonuç farklı bir şekilde istenseydi? Uçaktan bomba atarak değil de bizzat giderek, görerek 65000 kişiyi öldürmesi istenseydi? O 65000 kişinin gözlerine baksaydı, yaptıklarının sonucunda acı çektiklerine, canlarının yandığına, sevdiklerinden ayırdıklarına şahit olsaydı? Yine yapabilir miydi kendisine verilen bu görevi? Yapsa bile ömrünün sonuna kadar rüyalarında o insanları hiç görmeden rahat bir hayat sürebilir miydi?

Çok bilinmez değil bu soruların cevapları. Bununla beraber tek nefeste hiç zorlanmadan verebileceğimiz söz konusu cevapları kendi hayatımıza da değdirmeliyiz. Trafikte bir insanı sıkıştırırken, sabırsızca korna basar, bağırıp çağırır, hakaret ya da küfür ederken o insanı insan olarak düşünebiliyor, dertlerinin ve acılarının olabileceğini ya da bizim umarsızca sergilediğimiz o davranışların kalbini kırabileceğini göz önünde bulunduruyor muyuz? Kim ne yazarsa yazsın, ne derse desin, sosyal medyada velev ki cevap olarak yazdıklarımızın ya da paylaştıklarımızın eşi dostu, çoluk çocuğu olan bir insanın hayatına menfi tesir edeceğini ve bundan dolayı en yakın çevresindeki eşinin ve çocuklarının zor zamanlar geçireceğini aklımızdan geçiriyor muyuz?

Zannetmiyorum ki baba olarak, anne olarak çocuklarıyla beraber gördüğümüz bir insanı bile isteye, hak etse bile incitebilelim. Zannetmiyorum ki her ne yaparsa yapsın acı çektiğini bildiğimiz bir insanın hayatını göre göre zorlaştıralım.

Gerçek hayatta yapmıyorsak sanal hayatta da yapmayalım. Soyutlama becerimiz yoksa, söylediklerimizin muhatabını makineden ayırıp insan olarak düşünemiyorsak, sanal hayata girmeyelim. Biz insanız, aklımızdan çıkarmayalım. Karşımızdaki insan, unutmayalım.


Mehmet Dinç'ın Yazısı.