Geçti Pozun Pazarı, Sür Eşeği Selfie`ye
“Çekeceksen Rabb’i taklîde çalış.. Güzel olanı çek, en değerli bulduğunun arkasından koş ve yalnız onu sakla.”
Doksanlı yılların başında, muhterem Göktepe amcaların evinde, bir iftar sonrası, yeni aldığımız fotoğraf makinamızla, ağabeyim bir hâtırâ fotoğrafı çekmek istedi. Bu teklifin, kendi evinde yapılması karşısında zor durumda kaldığını pembeleşen yüzü ve mütebessim çehresi ile ifade etmeye çalışan Göktepe amca:
-Mahmut, inan ki ben çok uzun zamandır fotoğraf makinasının karşısına geçmiyorum, hadi sizi bu akşam kırmayayım ama.. dedi..
Şaşırdık mı? Çok da değil. Çünkü etrafımız, fotoğraf makinasına poz vermekten, edepten ötürü imtinâ eden bir sürü amca ve teyzeyle doluydu.
O fotoğrafı şimdi arasak, evlerimizden birinde çıkar; ama bakıldığında Göktepe amca ve yakın arkadaşı babamızın da içerisinde bulunduğu o fotoğraftaki o iki çift göz, o odada, yerde bir noktada sabitlenmiş olarak görülecektir.
Şimdilerde ortaya çıkan ve adına “selfie” denilen fotoğrafları gördükçe bu ve benzeri anlar geliyor gözümün önüne. Demli mi düşünüyorum? Belki evet ama azı dişleri görününceye kadar gülme hudûdu belirlemiş bir peygamberin, dişlerinin dolgu ve tamirat ayrıntıları da tespit edilecek kadar işi ileri derecede görselleştirip aktarımı serî hâle dönüştüren ümmetinin bu rüzgârdaki hâli beni pek de huzurlu kılmıyor. Devamlı mutluymuş gibi görünmek, müslümana yakışmıyor.
Bana Bir Masal Anlat Baba, İçinde İslâm Bol Olsun..
Cenaze namazını kılanların fotoğrafını çekmeyi, o namazı kılmaya tercih eden birkaç kişinin arasından geçip durduğum safta, kızgınlığımı bastırmak için çektiğim salavatlarla ilk tekbire iştirak etmek nasip oldu.
Sonra tık-tık paylaşımlar, yorumlar, sanal tâziye meclisleri.. Cenâze merasiminden sonra ancak birkaç en yakına çarçabuk bırakılan “ölü evleri”..
Nereye gittiğini bilmediğimiz akıntılarda, bizi bekleyen girdapları önemsemeksizin neşe içindeyiz.
Mevtâ kabre konurken okunan Yâsin-i Şerif’i dinleme esnâsında ister istemez gözlerinizin takıldığı mezar taşlarında neler görüyorsunuz neler..
Hepsinin birer hikâyesi vardı, şimdi masal oldular, diye geçiriyorum içimden. Şimdi birer masallar.. Bir varmış, bir yokmuş, masal da burada bitmiş.. Ama nasıl bitmiş? Bir göz açıp kapayıncaya kadar geçen o koskoca (!) hayatta, İslâm ne kadar bulunabilmiş? Yâdedilirken ne şeçit bir kulluk zikrettiren bir hayat yaşanmış?
Haykırasım geldi o an:”Erkekseniz, selfie’nizi kabir taşlarını arkanıza alarak uygulayın.. Gülün sonra, gülebilirseniz o dozda..”
Son Fâtihâ’yı okuyup bindiğim araçta, kontağı çevirdiğimde, otomatik olarak devreye giren radyoda çalan bir şarkıyı azimle tahrip (!) ederek, radyoyu kapatıp, kendim mırıldanmaya başladım:”Bana bir masal anlat baba, içinde İslâm bol olsun..”
Rahmet Deklanşörü
Babam der ki: "Allah insanı affedip cennetine koymaya hep bir bahâne arıyor.”
Hakîkaten yaptığımız doğru-yanlış tüm işlerimizde bizi yaşatan ümit aslında hep bu.
Bize yaşattığı sayısız anlardan bir poz arıyor belki de Cenab-ı Hak.. Bir kare, bir durum.. “Seni şunun için affettim” diyeceği bir malzemenin peşinde Yüceler Yücesi..
Merhametinden, hep sonraki an ve zamanlarımızda fırsatlar vererek “bir daha.. bir daha..”ya kapılar açıyor..
Yakın geçmişte, fotoğraf çekimi ile yeni yeni meşgul olan bir kardeşimize, tamamen bu ilmin bilgisinden berî olarak şunları söylemeye çalışmıştım:
“Çekeceksen Rabb’i taklîde çalış.. Güzel olanı çek, en değerli bulduğunun arkasından koş ve yalnız onu sakla.”
Sâlih amel, muhabbet, teslimiyet ve samimiyetle Allah’a verilen her bir poz, birisi olmazsa birisi olur hüviyetinde birer kurtuluş biletidir diye düşünmek.. Güzel iş..
Okuyan, yazanın da nasîbi için dua eylese, ne iyi..
Halit Yasir Özoğul'ın Yazısı.