Bilal Yavuz

Kimse fikirsizlikten ölmez. Lakin yaşıyor da sayılmaz. Aklın hakkını vermez. Hatta akıl mizanda emanetçisinden davacı da olabilir. Akıl güneşi diskalifiye olanın kalbi çimentodan çalar.

Her kitapta milyarlarca harfi, her harfte milyarlarca kitabı halk eden Hakk’ın divanında, toprak yiyen çiğdenin süt verdiği, goncanın ilahi emre itaatin hazzıyla –koparılmayı göze alarak– güzelliğini saçtığı bir dünyada düşünmemek, kendini ciddiye almamaktır. Kendini ciddiye almayan bireyi ‘ne yazık ki’ toplum da ciddiye almamaktadır. Onlara dava lügatimizde uzunca –nefes alan ölüler– diyoruz. ‘Gelişine’ yaşayan bu tür, tembellikten ziyade, bencillikten ötürü ilhamsızdır. İlhamsızlık, mezhepsizlik kadar sansasyonel, aksiyonsa tarikat kadar nazarımızda mühim olsaydı; (umuyorum) bugün bu durumda olmazdık.

Kuşkusuz düşünceyi yitirdik. Düşünceyi yitirdiğimiz düşüncesini de yitirdik. Bilimde ilerledikçe, ilimde geriledik. Ceddimiz neslimizden daha ‘modern’ / daha ‘medeni’ / daha sistemli. Ceddimizin marifetlerini övmeyi, yâd etmeyi marifet saydık. Bunlar zaten vazifemizdi. Hakkıyla övgü ve yâd; ancak sancağı daha ileriye taşıyabilmekteydi. Bu terakki; birbirimizi ezerek değil, omuz omuza saf bağlayarak aynı hizada gerçekleşmeliydi.

Lakin biz estetikte tıkalı kaldık. İcraatı unuttuk. Fiili de katlettik. Sadece isimler kaldı. Korkudan gizli özne olarak kalışımızı, özneyi anlatma bahanesiyle örtbas ettik. Mevlana hazretlerinin buyurduğu gibi: “Aslı olmayanlar aslı olmayanları” çekti, durdu! İşte bizi ezelden ebede tek unutmayan Hakk’a vefamız!

Özetle: İdraklerde düşünce ve eylemi yeniden birbirine kavuşturmalıyız. Sevenleri ayırmamız yetmedi mi? Farkımızın farkına varmalı, vardırmalıyız. Dünyanın en büyük irfan havuzunu oluşturarak ilahi rekorlar kitabına girmeliyiz. Düşünce ve eylem planında birbirimizin gelişim sürecini gözleyen kurul da yine biz olmalıyız. Çünkü bu aşama azim artırır. Ruh sağlığına faydalıdır. Bağları geliştirir. Nitekim Bernard Shaw bakın ne diyor: “Benim en iyi dostum terzimdir. Çünkü ne zaman beni görse derhal o anda ölçülerimi alır. Oysa bütün öteki dostlarım hâlâ eskisi gibi olduğumu sanır.”

Ayrıca düşüncenin ihlasını da gözetmemiz gerekir. Mesela bir müridin, mürşidlerinin çokluğundan ziyade takvasına bakılması, düşünüre ölçüt olmalıdır. Çünkü nasıl bir göze bir âlem sığar, basit görülen bir ihmal, bir hata, bir günah bazen koca bir ömrü yutar!

İnsan kâinatın özü olan kendi âleminin rengini, kalbindeki inanca göre, hakikat nurunun gönül merceğinden içeriye kırılış şekline göre temaşa eder. Düşünür, bu bağlamda empati kurabilmeli, farklı merceklerden de ışığı tanımlayabilmelidir.

Evet, düşünen de kaybeder. Ama düşünmeyen çoktan kaybetmiştir! Günümüzde yükselenlerin çoğu düşüncesizdir! Onlar için düşünce ‘düş’ ya da ‘ün’ hecesidir. Ama hepsinin de kaderi sonunda birinci hecenin ikinci anlamıdır. Zaten yükselişi de kesin hafifliğinden mütevellittir! Evet, uçurtmalar uçurumdan korkmaz fakat bir nefhalık rüzgâra bakar akıbeti!

Yine özetle: Kimse fikirsizlikten ölmez. Lakin yaşıyor da sayılmaz. Aklın hakkını vermez. Hatta akıl mizanda emanetçisinden davacı da olabilir. Akıl güneşi diskalifiye olanın kalbi çimentodan çalar. Temeli, ölçüsü, ölçütü, terazisi sağlam olmayan ‘öz’ feci şekilde can verir. Haberi üçüncü sayfada çıkar.

Siz, siz olun, düşüncesiz olmadan önce bile iki kez düşünün! Mevlana Hazretleri’ne bırakalım son sözü: “İnsan düşünceden ibarettir. Geriye kalan ettir, kemiktir!”

Bu mevzuda haklıysak da haklı olduğumuza sevinemeyiz. Çünkü haklı çıktığına sevinenler ancak haksız çıkanın haksızlığına memnun olan insafsızlardır. Bu düstur acıyı bile nezaketle duyan bir uygarlığın inceliğidir!


GENÇ'ın Yazısı.