Siyaseti Kısırlaştırmayın!
Siyasî gündemi takip eden herkesin bir soruda odaklanması gerekli: Siyaset sözlük anlamından ibaret salt bir müessese midir? Bunun dışında siyaseti kapsamlı kılan bir şey yok mu?
Türkiye’deki siyaset hayatını göz önüne aldığımızda hemen hiçbir zaman gündemimizden düşmeyen bir olgu siyaset. Siyasetin tartışma konusu olmaması düşünülemez lakin siyaseti sadece günlük yorumların içine hapsetmek gibi bir durum söz konusu. Mesele sadece güncel siyasî olaylarla sınırlı kalıyor. Dört-beş yıl arayla yapılan seçimler, toplum hayatı ile doğrudan ilgili siyasî meseleler devamlı tartışma konusu olabiliyor.
Bu tartışmaların dışında siyaset daha derin bir olguya dönüştürülemez mi? Siyaseti güncel olayların içine hapsetmek kısır bir döngü oluşturmuyor mu? Böylece siyasetin sanatsal, estetik, felsefi boyutları ıskalanmıyor mu?
Soruları daha da arttırabiliriz. Peki bu problem nasıl çözülecek?
Üzerinde pek çok yorum yapılabilir. Siyaset bilimciler, düşünürler bu konuyu değişik bakış açılarıyla irdeleyebilir. Kanımca siyaset kurumunu masaya yatırdığımızda ilk önce güncel hayatın dışında siyaset konuşulmalıdır. Siyaseti her şeyden önce felsefe, sanat ve estetik ile bütünleşebilir mi? Çözülmesi gereken baş mesele budur. Daha sonra bunun güncel siyasi hayata nasıl etki edeceği tartışılabilir. Türkiye’de siyasetin kısır bir çembere hapsolmasının altında bir bakıma bu problem vardır. Evet! Osmanlı’nın çöküşünden sonra yukarıda belirttiğimiz kurumlar siyaset ile bütünleşemedi. Bu siyasetin güncel olaylardan ibaret olduğu algısına sebebiyet verdi.
Çünkü Osmanlı’dan sonra inşa edilen cumhuriyet rejiminin altındaki zihniyet düpedüz darbe zihniyetiydi. Cumhuriyet’in ilanı bir darbe ile gerçekleşmişti. Kırılma noktasının başlangıcını bu olay olarak görmemiz yanlış olmaz. Cumhuriyet’in inşa edilişine kadar gelen uzun sürecin aktörleri Batı düşüncesinin dar kalıplarında sıkışmışlardı. Batı medeniyeti, sömürgeci bir zihniyeti temsil ettiğinden ötürü bu aktörler de kendisi gibi düşünmeyenleri sömürgeleştirme sürecine tabi tuttu. Ancak karşısında sıkı bir muhalefet gördüğünde afalladı. Bu işi başaramayacağını anlayınca karşısındakileri ötekileştirme yolunu tuttu.
Bu manada Cemil Meriç’in enfes tespitlerini hatırlamak yerinde olacaktır: Bizde tarihin hiçbir döneminde ne sömüren ne de sömürülen görülmemiştir. Osmanlı bahtiyar toplumdur. Bu toplumda insan kavga içinde değildir. Osmanlı tefekkür eder, kimseyi doğululaştırmak istemez. Oysa Batı her çağda diğer toplumları Avrupalılaştırmak istemiştir.
Bu tespitler aslında olayı anlatmaya yetiyor. Batı medeniyetinin zihin yapısı ile bütünleşen cumhuriyet rejimi de aynı yöntemi uyguladı. Toplum tahayyülü ile Batı medeniyetinin frekansları uyuşmayınca çatışma yüz gösterdi. Bunun üzerine muktedirlerin muhaliflere karşı kullandığı aşağılayıcı, kriminalize edici dil siyasetin dili haline geldi. Bu dil halen siyaset sahasını terk etmiş değil. Anlaşılacağı üzere bu zihniyet yaşadığı sürece Türkiye’de siyaseti bir kültür haline getirmek imkânsız. Ancak bu hastalıklı zihniyeti düzeltmenin bir yolu olmalı. Zira bu zihniyet sadece Türkiye’de değil dünyada da rahatsız edici bir noktaya gelmiş görünüyor. Yaşadığımız dünya düzeninin öncülüğünü yapan Batı medeniyeti de bu problemi ciddi bir biçimde yaşıyor.
Öyleyse sorunun çözümü nasıl olacak? İpucu verelim ve bu konunun tartışılmasının önünü açalım. Cemil Meriç’in yukarıdaki tespitlerinin yanı sıra tarihte hem Doğu’da hem Batı’da hüküm sürmüş büyük devletlerin topluma, devlete, dünyaya bakış açısını irdelemek gerekir. Bu araştırmalar sonucu kimi ipuçları göz önüne gelecektir. Bu yol izlenerek zikredilen hastalıklı yöntemin yerini daha akılcı ve uzlaşıcı bir yöntem alabilir. Siyasetin bir kültür halini almasının önü de, kim bilir, böylece açılmış olacaktır.
M. Sait Aktaş'ın Yazısı.