Elif Şafak, geçtiğimiz günlerde The New York Times için yazdığı bir makalede ülkesi adına nasıl kaygılandığını anlattı. Bir tüy dökücü krem reklamının afişinde yer alan Adriana Lima’nın siyaha boyanmış afişi üzerinden ülkesini Batılılara şikayet edip tam bir oryantalist gibi davranarak dar bir çerçeve çizdi. Birisi siyah sprey boya ile kadının çıplak olan yerlerini boyamış ve “ahlaksızlığa hayır” yazmış. "Başörtüsüz kadınlar toplumsal baskı altında" diyor Elif Şafak ve "birlikte var olma kültürü hızla yok oluyor" diye ekliyor.

Kadın vücudunun bir reklam panosunda meta haline getirilmesi ve kapitalizmin kadın bedeni üzerinden yeni kölelerine ulaşıyor olması yine kimseyi ilgilendirmiyor. Belki de antikapitalist bir insanın o afişi boyamış olabileceğini kimse aklına getirmiyor. Çünkü ahlaksızlık dinci(!)lere has bir argüman olarak yer alıyor algılarında. Kapitalizmin kendisine tabi olmak istemeyen insanı nasıl zincirlerle kendisine çektiğini anlamıyorlar. Asıl ahlaksızlığın; yoksulun yok olmaya mahkum edilmesi, toplumsal kategorilerin yıkılması ve tüm insanların "müşteri" adı altında eşitlenmesi olduğunu görmüyorlar. Bu açıdan o afişin üzerine "ahlaksızlığa hayır" yazan kişi farkında olmadan despot bir alışveriş sistemine hayır demiştir bana göre ve kapitalizm birlikte var olma kültürümüzü hızla tüketen asıl şeydir.

Gelelim şikayet edilen meseleye. Çoğunluğun azınlığa ‘tahakkümü’ diye bir korku üretilir, her bireysel olayda tırnaklar çıkarılıp bu korku üzerinden bir diğeri töhmet altına sokulur ve olay genellikle çoğunluğun azınlığa ‘tahammülü’ şeklinde son bulur. Son zamanlarda bu hep böyledir.

Sanki yıllarca laiklik adı altında baskının en nadide örnekleri sergilenmemiş, demokratik haklar insanların elinden alınmamış, ölçülere uymayan örtülü kadınlar kamusal alandan dışlanmamış, ‘azınlığın’ tahakkümü suyun kaldırma kuvveti gibi sıradan ve doğal kabul edilmemiş gibi… Konuşulur, konuşulur…

Adil olmayan her tavrı aşılması gereken bir sorun olarak görmeli insan. Özgürlüğü sadece kendi kişisel beğenileri ve yaşam tarzını tatmin etme biçimi olarak algılamak yerine, daha içsel ve derin bir bakışla bakmalı olaylara. Modern insanı köklerinden koparıp çarpık, yüzeysel ve nesnel bağlar kurdurmuştur kapitalizm. Ve iktidarlar ‘yüz on bin kez’ de değişse kapitalizmin tahakkümü ve insanın ideolojiye, paraya, kariyere kul olma eğilimi imtihan sorusu olarak yine çıkar karşısına. Bu yüzden insanlar değişen iktidara göre değil değişmeyen ‘değer’lere göre hareket etmelidir.

Ülkemizde dinin insanların hayatında görünür olması artmış olabilir. Bilboardlarda açık resme karşı çıkanlar, okuluna mescid isteyenler, denizde hanımlara ayrı plaj talebinde bulunanlar demokrasinin ara sıra işleyebilen bir şey olduğunu yeni keşfettiler. Sadece somut bir oy verici olmaktan çıkıp ayrıcalıklar değil haklar talep eder konuma geldiler.

Antalya’da kadınlara yönelik açılan bir plajı bugüne kadar edinilmiş laik ve Atatürkçü kazanımlara vurulmuş bir darbe olarak görenler var. Bu kadar çetrefilli bakmayı nasıl başarıyorlar bilemiyorum. İnsanların fıtratına ve toplumun hassasiyetlerine karşı yapılan işler hiçbir zaman kazanım olmamıştır oysa. Ütopik/hayali bir dünya oluşturup sonra da niye insanlar buna uymuyor demek kendi insanını, dünyanın değişen halini, ülkemizin toplumsal değerlerini görmemek demektir. Antalya’nın kenar mahallesinden gelen bir hanım da, Van merkezden gelen bir hanım da denize bakarak sadece iç geçiriyorsa ve ayağını suya dahi değdirmeden oradan ayrılmak zorunda kalıyorsa “banane, bu onun sorunu” diyemez hiç kimse. Van’daki kadının otlu peyniri de, Antalya’nın ışıl ışıl parlayan denizi de “paylaşma adabı” dediğimiz şekilde paylaşılabilir. Bunu da bizzat emek, paylaşmak gibi argümanlarla ideolojisini besleyenler yapmalıdır ilk önce.

En ufak olayda “İran’a dönüyoruz” komikliğinden, kendi mahrem alanını kendisi belirlemek isteyen insanları yobaz olarak nitelemekten, bir karşı taraf oluşturup sonra da onun basılacak damarını araştırmaktan vazgeçmelidir. Bir kadının bakışlardan uzakta denize girmek istemesine; politik mesele, demokratik hak, insan fıtratı gereği ya da dini hassasiyet adı altında kategorik izinler lütfetmekten vazgeçilmelidir. Eşitlik değil adillik ön planda olmalıdır.

Bunu da en çok bir bilboarddaki kadını boyamışlar diye kendisini toplumsal baskı altında görecek kadar toplumdan uzağa düşmüş hanımlar anlamalıdır. Ülkenin müdafaası mevzu bahis olduğunda kadın erkek demez o denize gözü kara dalarız elbette ama durup durup aynı ‘korku’ suyuna banmak bana artık anlamlı gelmiyor.

Birisi çıkıp Adriana Lima’ya bıyık çizseydi şu an bunları konuşmuyor olacaktık üstelik. Elif Şafak o resme bakıp ülkemdeki kadınların erkekleştirilmesinden endişeleniyorum diye bir yazı yazmayacaktı. Üstelik modern dünyada cinsiyetlerin birbirine dönüşmesi gibi devasa bir sorun varken!


Ayşegül Genç'ın Yazısı.