Hayatsız İnsanlar, İnsansız Hayatlar
Hayat çoktan ‘bitti’: Kendi hayat/lar/ımızı yaşamıyoruz artık: Bize hayat diye SUNULAN ‘şey’i yaşıyoruz. Medyatik evren, medyatik hayatlarla aldatıyor, ayartıyor, hayatsızlığa mahkûm ediyor bizi: Plastisiteye ve ruhsuzluğa. Sanal ve sahte hayatlara.
Zamanın parçalanması: Elektronik devrim olarak da adlandırdığımız ikinci endüstri devriminin bir sonucu.
SES’TEN GÖRÜNTÜ’YE, SÖMÜRGECİLİK’TEN ŞİZOFRENİ’YE VE PARANOYA’YA...
Müzikolog Murray Schafer, elektronik devrimden sonra ses’in elektronik / yapay olarak üretilebilir ve kontrol edilebilir hâle gelmesiyle sömürgecilik ve sömürgeciliği doğuran zihin dünyası arasında birebir bir bağlantı kurar.
Ve sesin, elektronik olarak kontrol edilebilir ve üretilebilir olmasının insanları şizofrenik yaptığına dikkat çeker.
Şimdi, sanal çağ’da yaşıyoruz: Görüntü’nün, imge’nin elektronik olarak üretildiği, kontrol edildiği ve parçalanabildiği bir sanal gerçeklik çağında.
Soru şu: Elektronik olarak üretilen sesin parçalanması insanı şizofren yapıyorsa, elektronik olarak üretilen görüntünün / imge’nin parçalanması insanı ne yapıyordur peki: Paranoyak elbette ki. En azından histerik.
PLASTİK İNSANLAR GALERİSİ
Yaşadığımız şey, hayat değil. Hayat çoktan ‘bitti’: Kendi hayat/lar/ımızı yaşamıyoruz artık: Bize hayat diye SUNULAN ‘şey’i yaşıyoruz. Medyatik evren, medyatik hayatlarla aldatıyor, ayartıyor, hayatsızlığa mahkûm ediyor bizi: Plastisiteye ve ruhsuzluğa. Sanal ve sahte hayatlara. Ayartı’nın, hayatı öldüren, hakikati hayattan sürgün eden câzibesine.
Hayatımız, iki anlamda sanal ve sahte: Öncelikle, hayatımıza her bakımdan çeki düzen veren medyatik bir evrende yaşadığımız için, medyalarla yaşadığımız için hayatımız sanal, sahte ve mekanik: Bir ruhu yok hayatımızın.
İkinci olarak, hakikat, hayattan çekildiği için, sahte’si, gölgesi, taklidi, karikatürü çeki düzen veriyor hayatımıza: Böylelikle insan, hayattan sürgün yiyor ve hayatı kendinden sürgün ediyor. Hayatsız insanlar ve insansız hayatlar hükmediyor hayatımıza.
Gerçek hayatı, kendi hayatlarımızı değil, hayatsızlığı yaşıyoruz: Hayatı tadamıyoruz: Değemiyoruz hayata: O yüzden yaşadığımız hayat, hayatımıza hayat ve anlam katamıyor: Ruh üfleyemiyor bize. Ruhumuzu, hayatın ruhunu yok ediyor böylelikle.
‘MÜBAH’IN GÜNAHI: MÜBAHI YOK ETMESİ
Hayat öldü; hakikati öldürdüğümüz, yitirdiğimiz için öldü hayat. O yüzden, ortalıkta klonlar, palyaçolar fink atıyor!
Her şeyi mübahlaştıran ve böylelikle aslında tek geçer akçe hâline getirerek mübahı bile hayatımızdan uzaklaştıran bencil, histerik, ‘cynical’ / ikiyüzlü, imajperest, güçperest, şehvestperest, postmodern insan müsaveddelerinden geçilmiyor hayat.
Bizi zoraki güldürmeye, eğlendirmeye; bize ölümü, hayatın varoluş şartı ve yegâne kaynağı ve anlamı ‘ölüm’ü unutturmaya çalışıyor bu tür tipler, türlü tuhaf şaklabanlıklarla medyatik hayatlarda ve ‘reklamlarda’ türlü triplere girerek…
‘PORNOGRAFİ’NİN GÜNAHI: ‘EROS’U VE HAKİKATİ BİTİRMESİ
Hayatı, bize sürgit patinaj yaptıran televizyon ekranlarında, stadyumlarda, müzikhollerde yitiriyoruz ve bitiriyoruz: Bizse ‘yaşamak işte bu’ diyerek hayatı öldürmekle övünüyoruz durmadan!
İşte bu, ölümü öldürdüğü için hayatı da öldüren ‘pornografik’ algı biçimi: bir idraksizlik hâl-i pür melâli: Bütün idrak kapılarımızı kapatan bir idraksizlik mahalli.
O yüzden, ‘pornografik’ algı biçimi, bütün algı biçimlerini iptal ve imha etti; yerine algısızlık ve duyarsızlık biçimlerini ayartıcı yöntemlerle ihdas etti. Ve insanı hakikatten de, hayattan da mahrum etti.
‘Pornografi’nin günahı, aslında ‘eros’u bitirmesi: İnsanın bütün saflığıyla hissetme, duyma ve yaşama melekelerini iptal etmesi: Ethos’un menbaı, muhabbetin dölyatağı ve hikmetin kaynağı hakikati ve hayatı yok etmesi!
HAYAT KÜLTÜRLEŞİNCE, ŞİİRİ DE, HAYATI DA BİTİRİDİ
Soru şu o hâlde: Hayat neden bitti? Kültürleştiği için bitti hayat. Kültür, hayatın yerine geçti ve hayatı hakikatinden etti; insanı yapay, plastik, medyatik ama ayartıcı, hız ve haz verici sahte hayatlara mahkûm etti.
Kültür, hayatın üzerini örten bir ‘şey’ çünkü: Hakikatin üzerine sünger çeken bir şeyleşme hâli.
Hayatın kültürleşmesi, zaman fikrinin yok edilmesinin bir sonucu: Modernlik, zamanı parçalamıştı; postmodernlikse, zamanı yok etti; insanı ve hayatı zamansızlığa, zamansız bir mekâna mahkûm etti.
Böyelikle zamanın önce parçalanması, sonra da medyaları zihinlerimizin efendileri konumuna yerleştirmesi, hayatı yok etti, sanallıkların ve sahteliklerin öldüren câzibesine kurban etti.
HAYAT İRFAN/DA/DIR, KÜLTÜR/DE DEĞİL
Başka bir deyişle, kültür, şiiri yok ettiği için hayat bitti. Şiir hayattan çekilince, hayat da çekti gitti hayattan: Hakikat şuuru’nun meyveye durması demek olan hayatın şiiriyetini -yani saf hakikatini- yok etti kültür.
Hayat, irfandır; kültür değil. Kültür, hayatın idam edilmesi, yerine sahte hakikatlerin, sanal hayatların ihdas edilmesidir.
İrfan ise, hayatın bihakkın hissedilmesi, yaşanması, solunması, tefekkür ve tezekkür edilerek idrak edilmesidir: İdraki idrak mertebesine yükselinmesi ve İdrak’i terk mertebesine erişilmesi.
Yusuf Kaplan'ın Yazısı.