Toprağımızın İnsanı Olalım -Şehirler Dahil-
En çok şehirlerde yaşıyoruz kayıpları. O yüzden en çok şehirdekiler dikkat etsin neyi kaybettiklerine. En çok şehirdekiler çeki düzen versinler kendilerine. En çok şehirdekiler yine, yeniden bu toprağın insanı olsunlar.
İnsan doğduğu, büyüdüğü, yaşadığı topraklardan bağımsız değil. Mizacı ne olursa olsun orada doğmuş olmaktan veya orada büyümüş olmaktan ya da orada yaşıyor olmaktan etkileniyor. O toprakların insanlarının, o toprakların kültürünün, o toprakların coğrafi yapısının, o toprakların dilinin ve dininin insan üzerinde hep tesiri oluyor. Davranışlarını ve düşüncelerini, hayallerini ve ideallerini, ihtiyaçlarını ve önceliklerini ister istemez o topraklara göre şekillendiriyor.
Biz de bu toprakların insanıyız. Bu topraklarda doğduk, büyüdük ve yaşıyoruz. Peki nasıldır bu toprakların insanı, biz nasılız?
Her ne kadar bölgeye, coğrafyaya göre bazı değişiklikler olsa da temel karakteristik anlamında cevap temelde az çok belli; bu toprağın insanı misafirperverdir, güleryüzlüdür, yardımseverdir, saygılıdır,mütevazidir.
Gerçekten böyle midir?
Genel çerçeveyi düşündüğümüzde bütün kalbimle söyleyebilirim ki evet. Eğitimler ve seminerler vesilesiyle bu toprakları çokça gezme imkanı buldum. Farklı şehirlerde farklı kökenlerden farklı sosyo ekonomik seviyelerden farklı eğitim seviyelerinden çokça insanla karşılaştım, tanıştım, konuştum. Bazen hafızamı zorlayacak kadar çok sayıda insanla vakit geçirdim ve gördüm ki bu toprağın insanı gerçekten misafirperver, güleryüzlü, yardımsever, saygılı ve mütevazi. Ancak yine bu topraklarda yaşayan çok fazla insanın derdini, sıkıntısını dinleyen bir insan olarak söyleyebilirim ki, maalesef her geçen gün bu özelliklerinin kapsama alanı daralıyor. Bu toprağın insanı her geçen gün daha az sayıda insana, daha kısa sürelerde, daha belli mekanlarda bu özelliklerini gösteriyor. Sonuç olarak da biz bu özelliklerin varlığından bugün için şüpheye düşüp “gerçekten mi böyle mi”sorularını sorar hale geliyoruz. Çünkü günlük hayatımızda karşılaştığımız, konuştuğumuz, beraber yaşadığımız insanlar her geçen gün daha az misafirperver, daha az güleryüzlü, daha az yardımsever, daha az saygılı ve daha az mütevazi. Bu durum eşimiz için de, çocuğumuz için de, kardeşimiz için de, komşumuz için de, arkadaşımız için de maalesef geçerli. Her geçen gün bu toprağın insanı olma özelliğimizi kaybediyoruz. Her geçen gün bu toprakların kültüründen, değerlerinden, gerçeklerinden uzaklaşıyoruz. Bu yüzden her geçen gün bu toprakları kaybediyoruz. Fiziken olmasa bile fikren ve hissen kaybediyoruz.
Neden böyle oldu ve oluyor sorusu çok anlamlı bir soru olmasa gerek. Yıllardan beri bu tür sorular soruldu ve cevap olarak üretilen onca argümanın hayatımızda bir karşılığı olmadı. Bu yüzden neden sorusunu sormayalım da nasıl sorusunu soralım. Nasıl bu durumdan kurtuluruz? Nasıl yeniden bu toprakların insanı oluruz ki bu topraklar şehit kanlarıyla sulanmış, bu topraklar ilim irfanla boyanmış, bu topraklar edep hikmetle kuşanmış.
Gelin kaybettiklerimizden başlayalım. Biz bu toprağın insanları olarak misafirperveriz, öyle davranalım. Mesela başka bir şehirden geldiği plakasından belli olan bir araba ne kadar yavaş giderse gitsin, sıkıştırıp korna çalmayalım, hiç tanımadığımız bir insana ikramda bulunalım. Biz bu toprağın insanları olarak güleryüzlüyüz, öyle davranalım. Mesela çok uzağa gitmeden, komşularımızla karşılaştığımızda,aynı asansöre bindiğimizde, aynı merdivenden yürüdüğümüzde gözlerimizi nereye kaçırağımızı bilmeden etrafa bakmayalım, gülümseyelim, selam verelim, hatır soralım. Biz bu toprağın insanı olarak yardımseveriz, öyle davranalım. Mesela bir hanımefendiye bizim yaşımız kaç olursa olsun, onun yaşı kaç olursa olsun yer verelim, ağır yükü olana el verelim, kalabalıkta sıkışmış birine yol verelim. Biz bu toprağın insanları olarak saygılıyız, öyle davranalım. Mesela sokakta bağırarak konuşmayalım, toplu taşıma araçlarında insanları ezerek yer kapmaya çalışmayalım, yaşlı ve kadınlara her yerde öncelik verelim. Biz bu toprağın insanları olarak mütevaziyiz, öyle davranalım. Mesela marka hevesine kapılıp yeni aldıklarımızı insanların gözlerine sokmayalım, gittiğimiz tatillerin, yediğimiz yemeklerin, harcadığımız paraların gösterisini yapmayalım. Bize kalsın bazı şeyler, sahip olduğumuzdan azını bilsinler insanlar.
Basit, klasik ya da sıkıcı gelebilir örneklerim ama bir günlük gözlem yeter bu basit ve ilk elde akla gelebilecek incelikleri bile kaybettiğimizi görmek için. En çok da şehirlerde yaşıyoruz bu kayıpları. O yüzden en çok şehirdekiler dikkat etsin neyi kaybettiklerine. En çok şehirdekiler çeki düzen versinler kendilerine. En çok şehirdekiler yine, yeniden bu toprağın insanı olsunlar. Unutmayalım ki şehirler de bu topraklara dahil.
Mehmet Dinç'ın Yazısı.