Mevlana Mesnevî’sini yazmaya başladığında Hüsameddin ve ben vardık. İlk on sekiz beyti üstadım efendim fakire nazar kılarak söylemişlerdi… Fakat sonra baktık ki muhabbet epey üst perdeden gidiyor, çok demli oluyor böyle… Ben geri durmayı muvafık buldum…

Mevlânâ Bana Ayı Dedi!

Hacı Bayram Hazretlerine intisap ile ilgili ilk denememiz biraz hayal kırıklığı ile neticelenmişse de biz vazgeçmedik arayışımızdan. Mektup ile seyr u sülûke müracaatımızda ikinci adresimiz Konya oldu. Mevlânâ dergahı dedin mi bilmeyen yoktur… Fakat bilmediğiniz bir şey daha var. Mevlevîlik, Mesnevî yahut Mevlâna’dan bahsedildiğinde, umumiyetle Hüsameddin’i bilir herkes… Bendeniz bilinmemeyi tercih ettim de ondan. Biraz kendimi gizlemeyi uygun gördüm… Yoksa:

Mende Mecnun’dan füzûn âşıklık istîdâdı var

Âşık-ı sâdık menem; Mecnûn’un ancak âdı var…

Siz zannedersiniz ki, Mevlânâ Celâleddîn Hazretleri, Mesnevîyi Hüsameddin ile karşılıklı yazmıştır… Bu eserde bendeniz Abüziddin Çelebi’nin payını bilen yoktur pek…

Mevlana Mesnevî’sini yazmaya başladığında Hüsameddin ve ben vardık. İlk on sekiz beyti üstadım efendim fakire nazar kılarak söylemişlerdi… Fakat sonra baktık ki muhabbet epey üst perdeden gidiyor, çok demli oluyor böyle… Ben geri durmayı muvafık buldum…

Kâfi bana bilmek beni, hiç bilmesin âlem,

Zira büyük âfettir o şöhret, neme lâzım!

- Efendim, dedim. Siz Hüsameddin ile devam edin.. Böyle devam edersek Mesnevi’yi vasat insanlar pek anlayamayacak… İkimiz arasında kalacak bu hakikat mevzuları… Ben Mesnevî’ye editörlük yapayım… Siz, ara sıra Hüsameddin’e göre hikâyeler falan da anlatırsanız güzel olur. Geniş bir okur kitlesine hitap edersiniz, falan dedim…

Kitap bu minval üzere hazırlanıp yayınlandı. Siyasetçisinden sanatçısına varıncaya dek çok acayip ilgi ve alâka gördü. Okuyup ağlayan ağlayana… Tabi kim ne anlıyor onu Allah bilir!

Ağlayanların ne anladığı sonradan çıktı zaten ortaya… “Ne olursan ol yine gel…” furyası aldı başını gitti…

- Yahu, diyorum, onu Hazret söylemedi… Ben kitabın editörüyüm, hani gösterin Mesnevî’nin neresinde yazıyor? diye soruyorum.

Adam iPhonun’dan giriyor Facebook veya Twitter hesabına… Paylaştığı bir mesaj ya da twiti dayıyor burnuma… Böcekli, kelebekli bir çiçek resmine photoshop çalışması gösteriyor. Bakıyorum;  “Ne olursan ol, yine ge! Gel vatandaş geelll!” Altında da “Mevlânâ Celâleddin Rûmî” yazıyor…

Şimdi bu herif, akıllı telefonunun şarjı kadar giden aklıyla, normal bir insan oluyor (da)… Ben Mesnevî’nin editörüyüm, Mevlânâ ile Hüsameddin yazdı, ben tashih ve tenkitlerimle çalışmaya destek oldum, deyince, ben deli oluyorum…

Hadi lan oradan… Telefonu kendisinden akıllı deliler!

Neyse… Hazret ile aramızdaki eski hukuka istinaden, ben en iyisi Mevlevî dergâhına intisâb edeyim, kararını verdim…

Öncelikle hürmet ve muhabbetlerimi arz ettikten sonra Mesnevî’nin hazırlanmasında geçen emeğime istinaden, en azından bir nüsha gönderip gönderemeyeceklerini sordum… Sağ olsun Hazret, Belediye’deki evlatlarına söylemiş olacaklar ki, birkaç hafta sonra mektubuma cevap geldi. Kargo ile bir nüsha gönderiverdiler…

Mevlânâ yâdigârı Mesnevî-yi Şerîf’i öpüp başucuma koydum… Hazret ile mektuplaşmak yerine Mesnevî üzerinden tefe’üle dayalı bir hasbihâl yapayım gönlümce dedim…

Siz şimdi tefe’ül nedir onu da bilmezsiniz var ya… Başka işim yok da iki saat onu mu anlatacağım şimdi size? Akıllı telefonlarınız yok mu ya… İnternete rabıta yapıp Google Efendi’den suâl eyleyiverin bir zahmet! Eksik ilminizi tamam edip benim seviyeme çıkmak varken, sizin seviyenize mi ineyim bir de…

Mânâ Âleminin Sultanı Efendim, ne hâllere düştüm bilir misiniz?

Diye suâl ettim Hazret’e. Mesnevisiyle şöyle cevâb eylediler:

- Sâlih dostun semâlara gitti, fâsık arkadaşların da yerin dibine göçtü. Sen ise, ara yerde kaldın. Kervandan arta kalan, sönmeye mahkûm ateşe döndün…

Vallahi ne diyeceğimi şaşırdım, Efendim. Hani, dinleyen söyleyenden ârif gerek dedikleri bu kadar olur… Çok taktîr ettim sizi… Benim bazı dert ve sıkıntılarım var; ama nasıl arz etsem bilemiyorum… Ne yapsam ne etsem?!

Bu suâlime cevap aramak üzere bir başka cildi alıp rastgele bir sayfa açıverdim. Avcı ile Ayı hikâyesinden şu beyitlerle cevap verdiler:

“Madem ki gücün kuvvetin yok.. Ağlayıp inle! Madem ki körsün.. Yol görenden baş çekme! Ayıdan daha aşağı mısın ki derdinden ağlayıp inlemiyorsun.? Ayı feryat ettiği için dertten kurtuldu. Ya Rabbi, bizim taş yüreğimizi mum gibi yumuşat; kerem et de feryadımıza acı!”

Ama bi.. bir dakika, oldu mu böyle! Yakıştı mı şimdi bu size? Siz bana “Ayı” mı demeye getiriyorsunuz? Bu sözünüzden benim anladığım budur yaaniiii!

Hemen sayfaları çevirip şöyle keyfime göre bir cevap bulabileceğim bir bahis aradım. Karşıma şu beyit çıktı:

“Yuf olsun sendeki akla, irfana. Senin gibi bilgisizlik madenini...”

Haydaaaa!... Ben bu üslubu beğenmedim! Aslında elime ilk aldığım cilt daha iyiydi. Oraya dönüp tekrar şansımı deneyeyim, dedim. Şu cevap çıktı karşıma:

“Ey kimse! Sen mübtelâ olduğun âfetleri çok kere denedin ve o din ve tarikat sultanlarının himmetiyle sıhhat buldun. Kaç kere topallığın rahvanlığa tebdil oldu, kaç kere ruhun gamdan ve mihnetten kurtuldu.”

Tamam! Bak işte bu üslup güzel. Hani derler ya, tebdil-i mekanda ferahlık vardır, diye… Ölmeden evvel mutlaka gezilip görülmesi gereken mânevî makamlar konusunda rehberlik yapmanızı istiyorum ben de sizden… Bakın “rehber!” diyorum… Hadi oldu olacak, sizin jargonu kullanalım; “mürşid” diyorum… Siz bana “ayı” diyorsunuz….

Şimdi daha açık soruyorum: Nereye gideyim ben?

Birkaç sayfa çevirip cevap arıyorum. Haydaaa:

“Onların kapısında dolaş, Ashâb-ı kehfin köpeğiyle kapı yoldaşı isen sahibinin kapısını beklemekte bir köpekten aşağı olma! Kemik yemiş olduğun evvel ki kapıyı sıkı tut! O nimetin şükrünü edâ et ve o kapıdan ayrılma…”

Bir “Hoşt!” demediğiniz kalmıştı, o da tamam oldu. Bu beyti okumamış olayım… Bak bu son şans… Şimdi birkaç beyit ilerleyeceğim, gönlümü alacak güzel bir söz bekliyorum tamam mı? Yoksa ben kendime başka kapı bulurum… Sonra da el âleme derim ki; “Bu dergâhta beni adam edemediler…” Diyanete şikâyet ederim valla…

Bu tehdidime aldığım cevap:

“Vefâkârlık köpeklerin şiârı olmuştur. Git de köpekleri utandıracak ve onların adını kötüye çıkaracak harekette bulunma. Vefâsızlık köpekler için âr olduğu hâlde, sen nasıl oluyor da vefâsızlık gösteriyorsun?” Tamam ben anladım! Sizin saygınlığınızı fazla abarttım herhalde…

Hem siz bu kadar büyük bir insan olarak biliniyorsunuz; ama kusura bakmayın, hayatta olsanız bu kadar da saygı göremezdiniz ne yazık ki! Hem, Mevlevilik bana göre değildi ki aslında… Benim zaten başım döner, semâ falan yapamam ben… Bak gidiyorum ona göre… Sonra rüyama girip bana birtakım işaretler falan gösterip; “yok ben öyle demediydim”, “sen yanlış anladın…” tarzı muhabbet faslı geçmeyin:

Cevab-ı mesnevî:

“Sen senin gibi olanların ve senin sözlerine âşık ve teşne bulunanların yanına git. Onların yanında dırlan…”

Son darbeyi vurdun bu son mektupla…


Harun Kırkıl'ın Yazısı.