Büyük planlayıcıyı hesaba katmadan küçük hesap peşine düşme ahmaklığı, çoğu insanın tarih boyunca içine düştüğü bir büyük hatadır.

İlmi, idraki ve iktidarı sınırlı olan insanın, kendi ilmine, aklına ve iktidarına güvenerek yola çıkması, esasen bir büyük cehâlet nişanıdır. Kur’ân-ı Kerim bu cüce davranış sahiplerini çeşitli şekillerde uyarır. Büyük planlayıcıyı yani Rabbü’l-âlemîn olan Allah’ı unutmamalarını sürekli hatırlatır. Tarihten, yaşanmış hadiselerden ibret almalarını tavsiye eder.

Büyük planlayıcıyı hesaba katmadan küçük hesap peşine düşme ahmaklığı, çoğu insanın tarih boyunca içine düştüğü bir büyük hatadır. Güya kendi kısır bilgimiz ve sınırlı aklımızla kurduğumuz düzenek, bizi istediğimiz sonuca eriştirecektir. Heyhat!.. Rabbimiz şöyle uyarır:

“…Bütün kötü (şeytânî) tuzaklar, (sonunda) sadece sahiplerini yutar; yoksa onlar, önceki (günahkâr)ların (sürüklendikleri) yoldan başka bir şeyin mi başlarına geleceğini bekliyorlar? Sen Allah’ın tuttuğu yol ve yöntemde hiçbir değişiklik göremezsin; evet sen, Allah’ın yolunda ve yönteminde bir sapma göremezsin!” (Fâtır Sûresi, 43)

Değişmeyen ilâhî kanun işte budur: Kurulan tuzaklar, yapılan kötü niyetli planlar, döner dolaşır, sonunda o plan sahibini hesap etmediği yönlerden kıskıvrak yakalayıverir. Yüce Yaratıcı böyle bir kanun koymuş. Aksi asla düşünülemeyecek ilâhî yasa budur.

Yusuf –aleyhisselam-’ın kardeşleri, onu büyütmeme adına kendilerince planlar yaptılar. Her şey düşünülmüştü. Fakat iyi niyetli planlar değildi. Yusuf’u öldürmeyi, yok etmeyi kafalarına koymuşlardı. Ama bir şeyi unutuyorlardı: Allah Teâlâ’nın da bir murâdı vardı ve âlemde O’nun dilemesi dışında bir yaprak bile kımıldayamazdı. Ve nihâyet tam kazandıklarını düşündükleri noktada, beklemedikleri sonuçla karşılaşıvermişlerdi: Kuyunun dibine attıkları Yusuf, başlarına kral olmuş ve kendileri de onun huzurunda başları yerdeydi. Bu hakikat karşısında, geç de olsa gerçeği şöyle itiraf etmek durumunda kalmışlardı:

“Vallahi, Allâh seni bizden üstün kıldı. Doğrusu biz suç işlemiştik!” (Yusuf Sûresi, 91)

Allah Resûlü –sallallahu aleyhi ve sellem- de diğer peygamberler gibi kavmi tarafından horlanmış, öldürülmek istenmiş ve memleketinden sürülmüştü. Ne hileler ve tuzaklar kurulmuş ve âdeta izi ve nâmı yeryüzünden silinmek istenmişti. Ancak ilahi iradenin O’nun hakkında farklı bir planının varlığından habersizdiler. Güya kendi akıllarınca ve iktidarlarınca, istediklerini kolayca yapacak bir konumdaydılar. Bütün tuzaklar ve düzenler tutmadı. Hep geri tepti. Sonuçta Hakk’ın murâdı galip geldi ve içinden çıkarıldığı Mekke’de, kendisini çıkaranlar önünde diz çökmek ve eman dilemek zorunda kaldılar. Kimse kendini yegâne hüküm verici ve otorite görmemelidir. Gelecek planlarının tümü, her şeyi kuşatan Rabbü’l-âlemînin elindedir. O şöyle buyurur:

“Bunlardan önce yaşayan (günahkar toplum)lar da zındıkça düzenler, tuzaklar tasarladılar; fakat en ince ve mahirane düzen, bütünüyle, herkesin neyi hak ettiğini bilen Allah’a aittir; nitekim, inkarcılar geleceğin kime ait olduğunu yakında görüp öğreneceklerdir.” (Ra’d Sûresi, 42)

Kötü düzen ve tuzak sahipleri, ilk planda kazanmış gibi görünebilirler. Hedeflerine eriştiklerini düşünür ve artık her şeyin kendi istedikleri gibi sürüp gideceğinden emindirler. İşte tam böyle bir dönemde, ummadıkları bir sonuçla karşılaşıverirler. Tutundukları bütün dallar, umutsuz bir şekilde ellerinden bir bir kayar gider.

Rivâyete göre Yemenli cömert bir zâtın San’a yakınlarında üzüm, hurma ve ekin bahçesi vardı. Bu cömert kişi, mahsûl toplama zamanında fakirlere, gariplere ve zayıflara öşür payını (topraktan çıkan mahsulün zekatını) fazlasıyla ve bolca ayırırdı. Vefâtına yakın, evlâdlarını toplayıp onlara bu usûlü devâm ettirmelerini vasiyet etti. Fakat o sâlih zât vefât edince, çocuklarının gözünü mal hırsı bürüdü. Kötü niyetli bir plan kurdular. “Ashâb-ı Darvan” kıssası olarak bilinen bu hâdise, Kur’ân-ı Kerîm’de bir ibret manzarası olarak şöyle anlatılır:

“Biz, vaktiyle «bahçe sâhipleri»ni imtihan ettiğimiz gibi onları (Allâh Rasûlü’ne karşı çıkan müşrikleri) de imtihan edeceğiz. Hani bahçe sâhipleri, sabah olurken (kimse görmeden) mahsullerini devşireceklerine yemîn etmişlerdi. Onlar istisnâ da etmiyorlardı. (Yani Allah dilerse (inşallah) da demiyorlar ve yoksulların payını ayırmıyorlardı.) Fakat onlar daha uykudayken Rabbinin katından gönderilen kuşatıcı bir âfet bahçeyi sarıverdi de bahçe kapkara kesildi. (Beri tarafta ise) onlar, sabah olurken:

«–Mâdem devşireceksiniz, haydi erkenden mahsûlünüzün başına gidin!» diye birbirlerine seslendiler. «–Aman, bugün orada hiçbir yoksul yanımıza sokulmasın!» diye fısıldaşa fısıldaşa yola koyuldular. (Evet, yoksullara yardıma) güçleri yettiği hâlde, onları yardımdan mahrûm etmek niyet ve azmi ile erkenden yola çıktılar.

Fakat bahçeyi gördüklerinde:

«–Biz mutlakâ yolumuzu şaşırmış olmalıyız!» dediler. Yanlış yere gelmediklerini anlayınca da şöyle dediler:

«–Yok yok, doğrusu biz felâkete uğramışız!» En insaflıları ise:

«–Ben size Allâh’ı tesbîh etmenizi söylememiş miydim!» dedi.

«–Rabbimizi tesbîh ederiz; doğrusu biz (kendi kendimize) yazık etmişiz!» dediler. Ardından, birbirlerini kınamaya başladılar. Nihâyet şöyle dediler:

«–Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgın kişilermişiz! Belki Rabbimiz, bize bunun yerine daha iyisini verir. Çünkü biz (artık) Rabbimizi (O’nun rızasını) arzuluyoruz.»” (Kalem Sûresi, 17-32)

Evet, planın üstünde bir plan, kaderin üstünde bir kader vardır. Bu sırrı asla unutmamalıdır. Yazımızı, mütefekkir insan Sezai Karakoç’un şu dizeleriyle bitirelim:

Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır

Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır

Aşk celladından ne çıkar madem ki yâr vardır

Yoktan da vardan da öte bir Var vardır

Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır

O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır

Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır

Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır

Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır

Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır

Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır

Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır

Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır

Senden umut kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır


Adem Ergül 'ın Yazısı.