Destansı Bir Hayat
Kocatepe Camii’nin karşısında, Olgunlar Sokak’ın başında eski bir apartman vardır; Vefa Apartmanı. Kapısında, Vefa 38 yazılı bir levha asılıdır... Bu aziz insanın, Tevfik İleri’nin hikâyesi oradadır…
Kitabın yazılma hikâyesiyle başlayalım…
Bir romanımı imzalayıp Hüseyin Çelik’e takdim ettim bir gün. Baktı böyle “Bir de Tevfik İleri’yi yazsan” dedi. Ben Tevfik İleri’yi daha önce duymuştum ama bilmiyordum. “Ailesi, eşi kızları hayatta, tanıştırayım” dedi. Yazmaya karar verdim, sonra aileyle tanıştık, uzun süre görüştük, notlar aldım ettim. Sonra kısa sürede bir hafta on günde yazdım. Öyle notlardan oluşan bir şey, sadece Tevfik İleri’yi hatırlatmak için.
Tevfik İleri’den, nasıl bir devlet adamıydı, hizmetleri nelerdi?
Tevfik İleri 1950-60 arası üç bakanlık yapmış. İmam Hatipleri yaygınlaştırıp, Yüksek İslam Enstitülerini açtığı için biraz tepki topluyor. Özellikle de o dönem Ulus Gazetesi sistematik bir şekilde aleyhinde yayın yapıyor. Hatta sabahları gazete okurken zaman zaman şöyle dermiş “Eyvah Vasfiye bugün Ulus Gazetesi benim aleyhimde bir haber yapmamış, galiba ben dün milletime bir hizmet yapmadım” :)
Bakanlık döneminde çok büyük işler yapmış: barajlar, yollar, pek çok tesisler, fabrikalar, daha neler neler. Hatta birinci boğaz köprüsünü ihale aşamasına kadar getirmiş. Bakanlıkların ikisi de yatırım bakanlığı, kamu ihalelerinin çoğu oradan geçiyor. Kul hakkına kamu hukukuna o kadar riayet ediyor ki yıllar boyu bakanlık yapmasına rağmen kirada oturuyor, bir evi olmamış hiç. Yani öyle bir siyasetçi, öyle bir devlet adamı… Böyle insanlar bugün de pek rastlanır türden insanlar değil.
Bakanlıktan önceki yaşamı da enteresan, biraz da oradan bahsedelim…
İTÜ inşaat mühendisliği bölümünde okuduktan sonra ilk tayinini Erzurum’a istiyor. Orada mesela sadece mühendislik yapmıyor. Okullara gidiyor, memleket aşkı o kadar had safhada ki fahri öğretmenlik yapıyor. Yine o dönem köylere karayolları kontrol mühendisi olarak gittiğinde harcırah dahi almıyor, “Devlet zaten maaş veriyor” diyor.
Sonra Çanakkale Şehitlerini Anma etkinliklerini o başlatmış. Hatta yine Konya’daki Mevlana İhtifalleri’nin Samiha Ayverdi’nin öncülüğünde başlamasına büyük katkısı olmuştur. Memlekete hizmet aşkıyla dolu bir adam. Hanımına nişanlıyken yazdığı bir mektupta “Sevgili Vasfiye, önce memleketimizi seveceğiz sonra birbirimizi seveceğiz” diyor. Hangi delikanlı nişanlısına bunu söyleyebilir ki. Vatan, memleket sevgisi diyince biz bugün o terkipten pek bir şey anlamıyoruz.
Ailesiyle de karşılıklı çok muhabbetliler...
Çook. Cahide Hanım diyor ki bizimle büyükmüşüz gibi muamele ederdi, fikrimizi sorardı, dinlerdi dakikalarca. Mesaisi çok yoğundu, bizimle de vakit geçirebilmek için en azından öğlen gelir evde yerdi yemeğini. Bir de annemi görmeyi çok isterdi. Bize çok kompliman yapardı, diyor. Annem bize bir toka alırdı, on dakika on beş dakika o tokanın güzelliğinden bahsederdi :) Sadece bize değil bütün aile efradına, aile dostlarına öyleydi.
Biz babamıza aşıktık, diyor. Zaten Yassıada’ya yazdıkları mektuplarda “Sevgilim, canım babacığım…” diye yazıyorlar.
Çileli bir hayat geçiriyorlar, buna karşı tavırları nasıl?
Çok mütevekkil, çok imanlı, inançlı insanlar hepsi. Cahide İleri “Babam bakandı ama Ayşe ile benim eteklerimizi annem uzun yapmıştı, katlar diker, her sene boyumuz uzadığı için açardı. Bilirdik tabi babamın geliri sadece maaşı var. O da ailemizin geçimine, kiraya ancak yetiyor. Bir gün babacan bir öğretmenimiz tahtaya kaldırdığında beni, bir baktı eteğimde üç tane iz var. Üç senedir böyle uzatarak aynı eteği giyiyorum. Bunun üzerine takıldı ‘amanın ne güzel de yakışmış pileli eteği’ diye. Hani rencide olmayalım diye, hâlbuki biz bilirdik ki babamızın ne kadar geliri varsa biz öyle geçiniyoruz ve bundan hiç gocunmazdık” diyor.
Çocukların da böylesine temiz olmaları onların rızıklarına haram karışmamış olmasıyla açıklanabilir bir şey. Bugün bu hassasiyete sahip insanların azaldığını görüyoruz. Yediğine içtiğine kılı kırk yaracak şekilde dikkat etmek…
Manevi yönü de gözümüze çarpıyor, Tevfik İleri sadece bir hizmet insanı değil aynı zamanda bir gönül insanı da diyebilir miyiz?
Anlatırlar, bir gün bir derviş seyrü süluk yapacak, erbaine sokmuş şeyhi onu. Bakmış 39 gün geçmiş hiçbir şey yok. Perde açılmış görmüş ki bir karganın hakkı var üzerinde, o yüzden ilerleyemiyor. Meğer buğday ektiği sıra kuşlar gelince bir taş atmış ve bir karganın sağ ayağını kırmış. O engel yüzünden erbain çıkaramıyor. Onun üzerine şeyh efendi ‘gözleri bağlı çıkarın halvetten, merdivenden itin’ demiş. Sağ ayağını kırmışlar, onun üzerine bir günde çıkarmış seyri sülükünü.
Yani yediğimiz içtiğimizde kılı kırk yarmamız şart. Bunu sonradan eğitimle sağlamak mümkün değildir. Şöyle bir yasa var, Aleksimender’in de bir tekstinde de geçer, “varlıklar nereden nasıl geldilerse dönüşleri de o şekilde oraya olacaktır”. Geldikleri gibi dönmeleri için kefaret ödemeleri, arınmaları, tesviye edilmeleri lazım. Yani kul hakkını ödemeden yürüyemezsin ve hakikati tadamazsın, ulaşamazsın. Mümkün değil.
Arif Nihat Asya’yla, Samiha Ayverdi’yle, Necip Fazıl’la, Nazım Kurşunlu (eniştesi) çok dostlukları var. Herhangi bir cemaat bağı yok ama belli ki hakikaten o temiz fıtratını korumuş. Tevfik İleri’nin soyundan ona böyle bir şeyin geldiğini görüyoruz. Çok özel bir insan. Yassıada’da her sabah erkenden uyanıp namazını kılıyor sonra bir saate yakın Kuran okuyor, bunu günlüklerinde hep belirtir. Hatta mektuplarında da var, karısına ‘bu sabah yine yıkanmış bir ruhla sana yazıyorum’ diyor.
Son olarak…
Nazım Kurşunlu -tiyatro yazarı- onunla ilgili “sihirli bir adamdı” diyor. Bediüzzaman Hazretlerinin de onunla ilgili beyanları var: ‘İslam’ın parlak bir kahramanı’ diyor…
Tevfik İleri’nin hayatından böyle çok hikâyeler romanlar çıkar. Asıl aramızdan Tevfik İlerilerin çıkması lazım. Bunları yazmamız da ondan, yoksa o yaşadı gitti. Vefa insanın kendisiyle ilgili bir şey. Bizim zaten ahdimize vefa göstermemiz lazım. Böyle güzel insanları da unutmamamız lazım. Bizim de onun gibi olmamız, vefalı olmamız, hakikate sadık olmamız lazım. O anlamda önemli. Böyle destansı bir hayat onunki. Son mektubuyla bitirelim:
“Allah var. Büyük Allah var. Her şeyi görüyor, biliyor. Gördüğüne ve bildiğine inanıyorum. Gerisi lafu güzaf. Yapılacak tek şey tebessüm etmektir. Size mal, mülk, servet bırakmadım. Yalnız, size, şerefli, namuslu, erkek bir ad bırakabildim. Hiçbir zaman başınız yere bakmayacaktır. Bununla müteselliyim, siz de bununla iftihar edeceksiniz.”
Hüseyin Küçükali'ın Yazısı.