Deli(l)siz Olmaz
Deliler, kendileri gibi deli atlarına binip tarih sahnesinden çekildiler. Ama onları var eden ihtiyaç hiçbir zaman bitmeyecek. O ihtiyaç; cesur, hesapsız ve pervasız öncülerin gerekliliğidir. İddiası olan, yeryüzünde hak ve adaleti tesis etmek isteyen her medeniyet böyle öncülerle yol alır.
Pars derisinden yapılmış gösterişli miğferleri vardı. Miğferi olmayanlar, bıçakla açtıkları alınlarındaki kesiğe tüyler iliştirirlerdi. Atlarının üstündeki aslan derilerine takılmış ziller rüzgârla akıp giderken ürkütücü sesler çıkarırdı. Koltuk altlarındaki karakuş kanatları görenler kartal ya da kanatlı insanlar gördüm sanırdı. Ama sadece duruşlarıyla değil, esas atılışlarıyla kanatlı insanlardı.
Savaş meydanında en öndeydiler. İlk hamleyi başkası değil sadece onlar yaparlardı. Düşmanın üstüne doğru gitmek ne kelime, sanki şimşek gibi çakarlardı. Değil kendilerinin gölgelerinin bile öldürücü olduğuna inandırmışlardı. Onları ilk gören şaşkınlıktan ne yapacağını kestiremezdi, çünkü karşısındakinin insan mı yoksa başka bir varlık mı olduğunu anlayamazdı. O ilk şaşkınlık anında zaten onlar da yapacaklarını yaparlardı.
Kafalarında saç yoktu. Ön dişlerini özellikle çektirirlerdi. Zırh giymeyi zillet sayarlardı. Elbiselerinin üzerine leopar, kaplan veya aslan postu geçirirlerdi. Şalvarları da çoğu zaman ayı ya da kurt postundandı. Ayakkabılarında mahmuz bulunurdu. Atları kendilerinden farksızdı; aslan ya da ayı postları ile sarmalanmış, muhtelif bölgelerine kartal tüyleri takılmış bu atları görenler sanki başka bir mahlûk gördük sanırlardı. Hücum marşı çalındığında yerinde duramayan bu atlar, alev dolu fıçılara ve duvarlara doğru sürülerek eğitildikleri için savaş meydanlarında ürkmez, sahipleri kadar pervasız olurlardı.
20-30 yaş aralığındaydılar. Kendilerini “Kalpaklarımız Emir el Mü’minin Hazreti Ömer’in çizmesinin koncuğudur, ocağımız da O’na mensuptur” diyerek Hazreti Ömer’e bağlı sayarlardı. Bayraklarında “kaderde ne varsa o gelir” yazardı. O yüzden pervasız, o yüzden gözü karalardı. Kimsenin kullanmadığı silah aletlerini kullanmaları da ondandı. Mesela özellikle çekici tercih ederlerdi. Bunu kullanabilmek için düşmanın yakınına kadar yaklaşmak zorundaydılar ve bu onlar için çok kolaydı. Ama esas silahları çıplak elleriydi. Osmanlı tokadı diye bilinen meşhur tarz onlarla anılırdı. Sair zamanlarda çıplak elleriyle yaş mermere attıkları tokatlar, savaş zamanlarında düşmanın yüzünde şakladığında yüz dağıtmazdı sadece, bel kırardı.
Onlar Osmanlı ordusunun deliler diye anılan sınıfıydı. Düşmanın üstüne pervasızca gidişleri ve korku nedir bilmeyişleri onların bu isimle anılmalarına yol açmıştı. Aslında ordunun yolunu açan delillerdi onlar. Delil yani yol gösteren, yol açan… Cesaretleri ile delildiler, korkusuzlukları ile delildiler ve ilk hamlede düşmanı darmadağın edip, orduya neticeyi aldırmak için delildiler. Tarihçi Neşri 1448 yılındaki II. Kosova Meydan Muharebesi’nde delilerin hücumunu şöyle tasvir ediyor:
“Topların tüfeklerin seslerinden kulaklar sağır oldu, gürültüsünden beyinler dondu. Okların vızıltısından hava yüzünde periler korktu. Bu ulu cengin heybetinden deniz dibindeki balıklar ürktü, dağ canavarları vatanlarını koyup gittiler, ses bağırtıdan, yankıdan, atların kişnemelerinden, erenlerin naralarından, bağırıp çağırmalar nefirinden ödler patladı, nicelerinin korkudan ödleri sıttı, nicelerinin başı gitti, kan ırmak gibi aktı, dumandan tozdan havanın yüzü kapkara oldu, can alıcı can almaktan yoruldu. Deri takkeli delilerin atlarının boyunlarında öten ziller, dürtüştükleri kâfirlerin iniltileri ve figanları idi. Bu garip tarz ve acayip tavırla kâfirlere köpeksiz koyuna kurt girer gibi koyuldulardı. Dünya depreme tutuldu. Kaf Dağı yerinden oynadı. Gökler yer üstüne yığıldı sandılar, gaziler kâfirleri öyle kırdılar ki…”
Deliler, kendileri gibi deli atlarına binip tarih sahnesinden çekildiler. Ama onları var eden ihtiyaç hiçbir zaman bitmeyecek. O ihtiyaç; cesur, hesapsız ve pervasız öncülerin gerekliliğidir. İddiası olan, yeryüzünde hak ve adaleti tesis etmek isteyen her medeniyet böyle öncülerle yol alır. Onların varlığı, o medeniyetin iddiasının delilidir. Bir insan tekini bu denli pervasız, bu denli cesur ve bu denli atak yapabilen bir medeniyet, dünyaya söyleyecek sözü ve verecek nizamatı olan bir medeniyettir.
Bugünün dünyasında delilere yer yok belki ama delilerin manasına ihtiyaç çok. Dünyanın üstüne üstüne gitmek, onun aldatıcı, çeldirici ve saptırıcı fitnesine kapılmamak için gönlü deli, zihni deli, kalbi delilere ihtiyaç var. Hepimizi sıradan tüketicilere dönüştüren bu düzen, sıradışılığı sevmiyor. Ondan korkuyor. Herkesi aynı hizada tutmanın telaşı ile farklılıkları buduyor. Deli olmak, farkının farkına varmak demek. Daha da önemlisi dünyanın farkına varıp, ölümü hiçe sayacak bir aşkınlık, fedakârlık ve diğergamlık ikliminde yaşamak demek.
Bugünün delileri, herkesin putu haline gelmiş kariyer derdini ikinci plana atarak, gönül haritasından yer beğenen ve sevdiklerini arkasına atarak yola düşenlerdir. Dünya ve dünyanın içinde ne varsa deliye yetmez. Burada ve ötede rahat etmek için burada rahatsız olmak gerekir; deli bunu bilendir. Hayatını buna göre tanzim ettiği için de insanları rahatsız eden, tavrı ve tarzı ile sıradışı yaşayandır. Deli herkes gibi olamaz. Onu farklı kılan, ne kıyafetleri, ne aletleri ne de hareketleridir. Onu farklı kılan, hayata yönelişi, onu sarsışı, ona fazla değil ancak verilmesi gereken kıymeti verişidir.
Bize böyle deli(l)ler lazım. Gözü kara… Pervasız… Cesur… Önde yer almaya talip… Öncü olmaya, varıp yolu açmaya, yolu açıp delil olmaya, delil olup, esas neticenin alınmasına vesile olmaya ayarlı deli(l)ler lazım. Çünkü çok zamandır, fazla ihtiyatlı gidiyoruz. Hesap yapmadan adım atmaz, sonunu görmeden iş yapamaz olduk. Modern dünya bizi çıkarcı, hesapçı, küçük fertlere dönüştürdü. Hasbî olacaktık, hesâbî olduk hepimiz. Bu anlamda nasıl bir zihniyetin çocukları olduğumuzu düşünmemiz gerekiyor. Deliler gibi öncü, pervasız ve kaygısız olamıyorsak bir şeyler yanlış demektir.
Deli ya da delil olmak, herkesin düştüğü kaygı ve dertleri bir yana atıp esas derdin peşine düşmektir.
Esas dert, niye yaratıldığını keşfedememektir. Biz bu dünyaya uyum sağlamaya değil, uyumu sağlamaya geldik.
Eğer dünyada yanlış giden bir şeyler olduğunu düşünüyorsak –ki var- ve eğer burada birilerinin acilen bir şeyler yapması gerekiyorsa –ki gerekiyor- birilerinin deli tavırlarıyla delil olması gerekiyor. Deli ya da delil olmak, kimseye aldırmadan doğru bildiğini yapmak demektir. Deli ya da delil olmak, herkesin düştüğü kaygı ve dertleri bir yana atıp esas derdin peşine düşmektir. Esas dert, niye yaratıldığını keşfedememektir. Biz bu dünyaya uyum sağlamaya değil, uyumu sağlamaya geldik. Dünyanın bizi ehlileştirmesine müsaade etmemeliyiz. Ehlileştirilecek dünyanın kendisidir. Deli deliyi görünce sopasını saklarmış. Dünya çoklarını debdebesi ve şaşaası ile yoldan çıkarttı. Bunu herkesten daha fazla kendisini arzulayarak, arzulatarak ve cazibedar göstererek yaptı. Ondan daha cazibedarı vardır ve fakat bu dünyanın sınırları ona dardır. Dünyayı yola sokacak debdebe ve şaşaa, ancak ondan müstağni kalmakla elde edilebilir. Dünya, kendisine, kendisinden bir şey veremeyeceğini fark ettiklerine yılışır, yanaşır ve sırnaşır. Deliler işte bu yüzden, delildir. Onların delilikleri aslında bu dünya aklının üstünde kalır.
Dünün delileri, korkutucu görüntüleri, pervasız ve atak halleri ve ölümün üstüne üstüne yürüyen hayat tarzları ile âlemin nizamını sağlamayı, Hakk’ın ismini yüceltmeyi kendisine görev bellemiş bir medeniyetin öncü güçleriydiler. O medeniyetin, dünyayı aşan ve öte âlemin kaygısıyla bezenmiş iddiasının ete kemiğe bürünmüş haliydiler. Onları ortaya çıkaran, besleyen ve büyüten vasat, aşkınlığı, fedakârlığı ve ölümü hiçe saymayı telkin ediyordu. O vasatta dünya beş cümlelik bir yazının üçüncü satırından ibaretti. Bugün işte bu mana ile donananlar çağdaş delilerdir. Onlar herkesi aynı kalıba sokan hayat kaygılarının, rızık endişelerinin ve fani heveslerin tuzağını, fedakârlık ve aşkınlık pençesi ile darmadağın ederler. Dünya onları görünce sopasını saklar, çünkü onların susuzluğunu kandıracak ne suyu ne de nazarlarını celbedecek hüsnü vardır. Onlar, gözlerinde Medine sürmesi, dudaklarında abı hayat katresi dünyanın üstüne üstüne yürürler. Yürüdükçe diğerlerine delil olur, arkadan gelenlere yol açarlar. Dünyanın varisliği ancak böyle delileri olan milletlere nasip olur.
Mehmet Lütfi Arslan'ın Yazısı.