Her mümin, tek başına bir ümmet’tir. Ümmet, her şeyin anası demektir. O yüzden bütün müminlere de “ümmet” denir. Müminler cemaati, herhangi bir cemaat değildir: Sosyolojik kavramlar, İslâm’ın bu ulvî cemaat fikrini izah etmeye yetmez.

Türk entelijansiyasının hiç anlayamadığı kilit kavramlardan biri ümmet fikri, diğeriyse, kulluk tasavvurudur.

Oysa “ümmet”, her şeyin anasıdır; “kulluk” ise, peygamberler için bile, en yüce makamdır.

ZAVALLI TÜRK ENTELİJANSİYASI!

Zavallı Türk entelijansiyası! İslâm’ı bilmiyor; Batı’yı ise bildiğini zannediyor ve bu zan’la amel ediyor!

İşte bu zan, Türk entelijansiyasını mahfediyor. Mahfediyor; çünkü zannını hakikat zannediyor; hakikatin kendisi olarak görüyor!

Oysa zan’la amel edilmez; hakikat’le amel edilir. Emin bir hayat, güven veren, güvenli ve güvenilir insanlardan teşekkül eden bir hayat, hakikat’le inşa edilir ancak: Hakikat’le ve hakikat üzerine.

Zannıyla amel eden, zannını hakikat katına yükselten Türk entelijansiyası, “insan, bilmediği şeyin düşmanıdır” fehva’sınca hareket ediyor ve İslâm’a körkütük, sığ yaklaşımlarla düşmanlık beslemekten çekinmiyor.

İşte bu nedenledir ki, Türk entelijansiyası için, İslâm, bir kâbus’a dönüşüyor!

O yüzden, zavallı Türk entelijansiyası, İslâm’dan kaçmayı, bir marifet sanıyor!

TOPLUM ÖLDÜRÜR, CEMAAT DİRİLTİR

Toplum’u yok edemediğimiz sürece insanı varedemeyiz, demiştim, bir zamanlar.

Toplum, toplama bir yerdir çünkü. İnsanın, toparlanmasını, ben’inin engellerini aşıp kendine gelmesini, sonra da kendini aşma yolculuğuna çıkmasını sağlayan emin bir “mekân”, muhkem bir imkân değildir toplum.

Aksine, toplum, insanın kitleler hâlinde top gibi oraya buraya sürüklenmesini sağlayan bir yersizleşme hal’idir. Bir nesneleşme mahallidir; kaybolma, kendi’nden uzaklaşıp ben’ine, ben’inin ayartıcı arzularına, hıza ve hazza kaçma yer’idir: Tek kelimeyle, insanın yersizleştiği ve bittiği yerdir toplum.

Cemaat’i yaşamadığımız ve yaşatamadığımız sürece, insan’ı halife makamına yükseltemeyiz.

Toplum öldürür; cemaat diriltir çünkü.

FERD YAPAR, BİREY YIKAR

Ayrıca Ferd yapar; Birey yıkar: Bu böyledir; çünkü birey, ben’ine kaçar; biricik bir şahsiyete sahip olan Ferd ise ben’inden kaçar, kendi’ne ulaşmaya, kendi’yle buluşmaya bakar: Ferd, Efendimiz’de (sav) tezahür eden “ferdiyet” sıfatının, ümmetinde tecellî eden mazhargâhıdır zira.

Ferd, kendi’yle buluştukça, önünde, hakikat deryasının sınırsız koridorlarının açıldığını görür ve kendi’nde hakikat deryasının izdüşümlerini seyre dalar. Böylelikle kendi’ni de aşarak hakikatin sonsuz ummanına ulaşır.

İşte burada, “ümmet” fikrinin, hem “ferd”de, hem de “cemaat”te nasıl tezahür ettiğinin, insanı, hakikat yolculuğuna nasıl çıkardığının çarpıcı ve sarsıcı ipuçları çıkar karşımıza.

Tabii, eğer, zihnimizi körleştiren, ruhumuzu öldüren, kalbimizi karartan perdeleri görebilir ve kaldırma cehdi ortaya koyabilirsek, bu hakikati de bütün berraklığıyla görebilme imkânına kavuşabiliriz.

NE KENDİ OLABİLDİ, NE DE BAŞKASI

Metamorfoz yemiş zavallı Türk entelijansiyası, ümmet fikrini kavrayacak zihnî derinliğe ve serinliğe hiç bir zaman sahip olamadı.

Her şeyi yanlış anladı.

Kendini de anlayamadı; körkütük meftunu olduğu Batı dünyasını da.

Hep şaşı gözlerle, şaşkın bir zihinle, başkalarının gözlükleriyle baktı Kendi’ne de, Batı dünyasına da.

Hiçbir şeyi, “neyse o olarak” anlayacak entelektüel düzeye ve derinliğe de ulaşamadı; toplumun önünü açacak çığır açıcı bir ufka da.

Ne kendi olabildi, ne de başkası.

Ne kendini bulabildi, ne de başkasını.

Hakkını yemeyelim, yine de bu zavallı sergüzeştin: Tek olduğu şey vardı: celladına âşık olmak; tek bulduğu şey oldu: belâsını bulmak!

Sonuçta hakkıyla bilemediği, bihakkın nüfuz edemediği, sadece platonik aşk beslediği ama hiç bir zaman yanına bile yaklaşamadığı “başkası”nda yani hayalî olarak icat ettiği Batı’da kendini kaybetti, ruhunu teslim etti.

Müminler cemaati, “vasat ümmet”ir: “Vasat ümmet”, “merkez ümmet” demektir: Kâh ferden ferda kâh bir bütün olarak müminler cemaati, hem her şeyin kendi etrafında döndüğü hem de herkese ve her şeye kol geren Rahman’ın rahmet elçileridir.

RAHMAN, RAHMET KANATLARINI CEMAAT ÜZERİNE GERER

Oysa evrensel insanlık hakikatinin bütün izdüşümlerinin dercedildiği, şifrelendiği Müslümanca bir medeniyet fikrinin ruh kökünde, ümmet şuurunun ve kulluk tasavvurunun tohumları gizlidir.

Her mümin, tek başına bir ümmet’tir. Ümmet, her şeyin anası demektir.

O yüzden bütün müminlere de “ümmet” denir. Müminler cemaati, herhangi bir cemaat değildir: Sosyolojik kavramlar, İslâm’ın bu ulvî cemaat fikrini izah etmeye yetmez.

Müminler cemaati, “vasat ümmet”ir: “Vasat ümmet”, “merkez ümmet” demektir: Kâh ferden ferda kâh bir bütün olarak müminler cemaati, hem her şeyin kendi etrafında döndüğü hem de herkese ve her şeye kol geren Rahman’ın rahmet elçileridir.

Kişi, kul olduğu zaman, kula kul olmaktan kurtulma imkânına kavuşur.

Kişi, kula kul olmaktan kurtulabildiği zaman, kulun yapıp ettiklerine de, bu dünyaya da, bu dünyanın ayartıcı hazlarına da kul olmaktan kurtulabileceği sonsuz bir koridor açılır önünde.

Hakikat, kişiye, kula kulluktan da, kulun yapıp ettiklerine kulluktan da kurtulabileceği sonsuza açılan bir yolculuk sunar: Kişi, ancak hakikat’le masiva’dan uzaklaşır ve mavera’ya ulaşır.

Rahman, rahmet kanatlarını ümmet şuuruyla hareket eden, cemaatin rahmetinden nasibini alabilen ve kulluk fikrinin şiirini ilâhî bir şarkıya dönüştürebilen ben’ini aşarak kendi’ne ulaşabilen ve hakikatle buluşabilen hakikatin hakikatli çocukları üzerine gerer.


Yusuf Kaplan'ın Yazısı.