Biraz Tecessüs Biraz İnziva
İlim ve düşünce insanında en başta olması gereken duygu, tecessüstür. Mütecessis olmayan bir ilim ve düşünce insanı uzun soluklu bir yürüyüşe çıkamaz. Belli bir mesafede nefesi tükenir, olduğu yerde saymaya, kendini tekrar etmeye başlar.
Tecessüs, Kur’anî bir kavramdır. İnsanların gizli iş ve kusurlarını araştırmak demektir. Bir anlamda casusluk etmektir. Hatta selef âlimlerinden biri bunu, köpeğin burnuyla koklayıp bir şeyler aramasına benzetir. Böyle bir benzetmeyle olayın çirkinliğini anlatmak ister. Kuşkusuz müminler böyle bir tecessüsten men edilmişlerdir.
Tecessüsün Türkçe’de olumlu bir anlamı da vardır: Bilginin peşinde koşmak, bilgi açlığını doyurmaya çalışmak… Cemil Meriç’in cümlelerinde efsunlu bir fısıltıya dönüşür bu kelime. Tabir caizse onun canına can kattığı kelimelerden biridir tecessüs. Ümran gibi, irfan gibi… Ömür boyu okumaya, araştırmaya, bilmeye doymamış bu irfan adamı, kendini şöyle tarif etmektedir : “Kendini Türk irfanına adayan münzevi ve mütecessis fikir işçisi…” Mütecessis, tecessüs duygusuna sahip insan… Yani bilme, araştırma, öğrenme merakının zirvede olduğu kimse...
İlim ve düşünce insanında en başta olması gereken duygu, tecessüstür. Mütecessis olmayan bir ilim ve düşünce insanı uzun soluklu bir yürüyüşe çıkamaz. Belli bir mesafede nefesi tükenir, olduğu yerde saymaya, kendini tekrar etmeye başlar. Atalar taşıma suyla değirmen dönmez demişler. Su ırmaktan gelmeli, gelmeli ki değirmenin sürekliliği sağlanabilsin. Tecessüs duygusu içten kaynamalı, ilim ve düşünce insanını yeni doğuşlara ulaştırabilmeli.
Kimi, sözde ilim ve düşünce insanını görürüz. Ununu elemiş, eleğini asmıştır. Varmak istediği belli bir menzil vardır, o menzile ulaşınca artık araştırma, öğrenme duygusu tükenmiş, suyu çekilmiştir. Artık ilim ve düşünce dışı yeni arayışlar içine girmiştir. Belli makam ve mevkilerin peşine düşmek en çok karşılaşılan durumlardan biridir.
Esasen bu tür tavırlar içine giren insanların hakiki ilim ve düşünce insanı olduklarından şüphe duyarım ben. Demek ki, derim, içten gelen güçlü bir merak duygusunun ürünü değilmiş yapılanlar. Meslek saikıyla sürdürülmüş, hedefe ulaşınca da bilinçli olarak bitirilmiş bir uğraşı imiş.
Benim sözünü ettiğim tecessüs duygusu, makam ve menzillerle kayıtlı değildir. Bu duygu tatmin edilemez, susuzluk giderilemez, açlık bastırılamaz. İçtikçe susuzluğu artar, içi yanar mütecessisin, okudukça, araştırdıkça, öğrendikçe açlığı artar. Kısaca marazi bir durumdur bu. Şifası yoktur. Şifası yine okumak, yine araştırmak, yine düşünmek, yine sorgulamaktır.
Cemil Meriç’in mütecessisle münzeviden bir arada söz etmesi bir tesadüf değildir. Mütecessis insanın en çok ihtiyaç duyacağı şey, elbette rahatlıkla okuyabileceği, düşünebileceği, araştırabileceği asude bir iklim, sessiz ve sakin bir atmosferdir. Kütüphaneler, bu bakımdan onlar için en vazgeçilmez mekânlardır. Ancak yine de kendi başlarına çalışmayı, okumayı, araştırmayı yeğleyeceklerinden eminim. İşte bunun için üstad inziva der buna.
Aslında sufinin dünyanın dağdağasından, gailesinden uzaklaşıp bütün benliği, bütün varlığıyla Rabbine yönelmesidir inziva. İlim, düşünce ve hatta sanat insanı da yeni doğuşlar gerçekleştirebilmek için en çok böyle bir inziva haline ihtiyaç duyar. Sufi inziva ve riyazet haliyle ruhunu, kalbini aydınlatır. İlim, düşünce ve sanat insanı da, o seslikte ruhuna yansıyan aydınlığı, yani ilmi, hikmeti, hakikati eserine yansıtır. Ve eserleriyle insanları aydınlatır; insanlarla kendi arasında bir bağ kurar.
Kendi adıma konuşursam, araştırmak, öğrenmek ve okumakla aramda varoluşsal bir bağ vardır benim. Ancak araştırıp öğrenirken var olduğumu hissederim. Bulduklarımı, düşündüklerimi yazmak ve ortaya koymak varlığımı daha bir anlamlı hale getirir. Huzurlu ve mutlu olurum. Üstelik araştırmalarım, okumalarım ve yazmalarım esnasında tarifsiz bir zevk duyarım. Bir hattatın kamışıyla meşk ederken, bir ressamın tuvalinde fırçasıyla motiflerini çizerken, bir oyuncunun, bir ses sanatçısının, bir müzisyenin sanatını icra ederken duyduğu derin zevki duyarım. Dünyanın her türlü derdini, kederini, sıkıntısını unuturum. Sanki bir trans halidir yaşadığım. Ruhun, düşüncenin derinliklerinde yiter giderim.
Dediğim gibi, marazi bir durumdur esasen bu. Araştırmaya, okumaya bir süre ara versem huzursuz olur, endişe ve kaygılarımın arttığını hissederim. Sanki zamanın geçip gittiği, elimden çok kıymetli bir şeylerin uçup gittiği hissine kapılırım. İçimdeki tecessüs duygusu bastırılamamışlığıyla yüreğimde bir sızı başlatır.
Bu kendimle, ailemle, etrafımdakilerle yaşayacağım bir çatışmanın işaretleridir. Aynı zamanda doyurulmamış duygularımla sevdiklerim arasında kurulması gereken dengenin işaretleridir. Çalışmalarımın kesintiye uğratılmasıyla biraz suratım asılır, içime bir öfke dolar. Ancak sabrederim, tekrar çalışmalarıma dönmeyi, çalışacağım günleri sabırsızlıkla ve sükûnetle beklerim. En çok korktuğum, bir gün patlayıvermektir. Patlayıp etrafımdakileri yakıp yıkmak, bir çuval inciri berbat etmektir. Ne var ki bir dem gelir, içimdeki feveranı kabına sığdıramam. Olan olur.
Bazen merhamet dilenir gibi, çalışmalarımla baş başa kalmayı dilerim. O demler, vaktiyle dağda koyun güden babama gıpta ederim. Sadece kendi ve koyunları… Sanatını en güzel şekilde icra etme çabası… Benim de istediğim farklı bir şey değildir aslında.
Bu tecessüs duygusu bir gün bütünüyle bir kopuşu getirir mi bilemiyorum. Üstadın deyişiyle, sonu fildişi kuleye çekilmek midir, kestiremiyorum. Ancak içimdeki bu feveranın mezara kadar kaynayacağından kuşkum yok. Bazen dostlarıma dediğim gibi, bizi ancak teneşir paklayacak.
Belki de beşikten mezara kadar ilim öğreniniz hadis-i şerifiyle teselli bulmalıyım.
Ama yine de hayata, ailemize, sevdiklerimize tutunmak zorundayız. Kendi varlığımızı zedelemeden, kendimizi yok oluşa sürüklemeden. Onun için de bizi ayakta tutacak olan, biraz tecessüs, biraz inzivadır.
Mesut Kaya'ın Yazısı.