Biz Bu Dünyaya Neden Geldik?
Emin Bayraklı
Bugün 9 Eylül 2014. Yani ünlü Rus romancı Lev Nikolayeviç Tolstoy’un doğum yıl dönümü.
Hayatı boyunca onlarca esere imza atan Tolstoy’un şüphesiz en önemli ve en ünlü iki eseri Savaş ve Barış ve Anna Karenina’dır. Bu iki eserin dışında, İvan İlyiç’in Ölümü, Kroyçer Sonat, Diriliş, Hacı Murat, Kazaklar gibi önemli roman ve hikâyelere de imza atmıştır.
Tolstoy’un romancılığı yanında onu önemli kılan bir diğer özelliği de yaşadığı iç bunalımları, hayata dair görüşlerini günlük ya da hatırat şeklinde kaleme alması ve bunları sonraki nesillerin hayat karşısında büyük bir dehanın neler düşündüğünü, neler gördüğünü öğrenebilmesini sağlamasıdır. Bu tarzdaki en önemli eserlerinden biri de inanç hususunda yaşadığı iç bunalımları bir risale gibi kaleme aldığı “İtiraflarım” adlı ince kitabıdır. Biz de sizlerle bu büyük dehanın “İtiraflar”ından bir parçayı paylaşıyoruz. Bu parçada, Tolstoy, insanın dünya karşısındaki durumunu, dünya hayatının mahiyetinin nasıl kavranacağını bir misalle anlatıyor. Keyifli okumalar…
“Dünya hayatı, herhangi bir iradeye göre gerçekleşmektedir. Biri, dünyanın bu hayatıyla ve bizim hayatlarımızla kendine özgü bir eser gerçekleşmektedir. Bu iradenin anlamını kavramak ümidine sahip olalım istiyorsak, her şeyden önce ona uymak ve bizden isteneni yapmak zorundayız. Eğer benden isteneni yapmazsam, bu durumda benden istenen şeyi asla kavrayamam, hele hepimizden ve bütün dünyadan isteneni hiç mi hiç kavrayamam.
Çıplak, aç bir dilenciyi sokaktan alıp güzel bir kurumun barınaklı odasına götürerek kendisine yiyecek içecek bir şeyler verdikten sonra ondan bir sopayı aşağı yukarı sallaması istenirse, doğal olarak ona sopayı niçin aldığını, onu niçin sallaması gerektiğini, bu kurumun işleyişinin akla yatkın olup olmadığını açıklamak gerekir. Yani dilenci sopayı sallamadan önce. Sopayı hareket ettirince anlayacaktır ki, bu sopa bir tulumbayı harekete geçirmekte, böylece su çıkartmakta ve sular seralar boyunca akmaktadır. Sonra kapalı kuyu kulübesinden alınıp kendisine başka bir iş verilir, meyve toplayıp efendisini sevindirecektir. Daha yüksek bir mevkiye geçiş sırasında, bütün kurumun işleyişini öğrenecektir. Bu işlere katılırken “Burada ne amaçla bulunuyorum?” diye sormayı düşünmeyecektir. Efendisine de kesinlikle sitem etmeyecektir. İşte böyle efendisinin isteğini yapanlar, yani sadece çalışan, bilgisiz insanlar, yani bizim kendilerine hayvan gözüyle baktığımız insanlar, ona sitem etmezler. Ve biz, bilgeler, efendiye ait olan şeyi tartar, onun bizden istediğini ise yapamayız. Bunu yapacağımıza toplanıp görüşler saptarız: Sopayı ne diye hareket ettirecekmişiz? Aptalca bir şey bu! Ve sonunda şöyle bir sonuca varırız: Efendi ya aptal ya da efendi diye bir şey yok, ama biz akıllıyız. Fakat hiçbir şeye yaramadığımızı duyumsuyoruz ve kendimizden kurtulmak zorunda olduğumuzu.”
GENÇ'ın Yazısı.