Furkan`ın Ablası Tuba Doğan Anlatıyor: Mert Ol Mert!
Tuba Doğan
Furkan’ın doğumundan itibaren bakımı konusunda annesine her daim yardımcı olmaya çalışan, “annesinden sonra ikinci annesi sayılan” Tuba Doğan, şehadete uğurladığı kardeşiyle geçirmiş olduğu özel zamanları paylaştı bizlere...
Furkan’ın doğumundan bebekliğine, çocukluk döneminden şehadetine kadar hayatının birçok safhasında onun müstesna bir yaratılışa sahip olduğunun esintilerini fark etmişizdir. Dolayısıyla kardeşimizin bizlerden ve akranlarından adını koyamadığımız bir farklılığı olduğunu bizzat müşahede ederek büyüdük. Anne ve babamızın ona olan itinalarını bilirdik. Evimizde sık sık anne ve babaların evlatları arasında asla ayrım yapmayacağından bahsedilir; Yusuf Peygamberden sıklıkla bahsedilir ve Yakup’un (as) Yusuf’a (as) meylinin, onun daha çocukken peygamberlik nişânı taşıması olduğu anlatılırdı. Bizim de buradan hisse çıkarmamız istenirdi.
Belki kıssanın tesiridir, belki annemizin daha genç kızken yaptığı “Ya Rabbi, evlatlarımın birbirlerine muhabbetleri ziyade olsun ve birbirlerini kıskanmasınlar” duasının bereketidir; üç kardeş aramızda herhangi bir kıskançlık olmadan ve neredeyse hiç kavga etmeden büyümüşüzdür.
Furkan’ın doğumundan itibaren onun bakımı konusunda her hususta anneme yardımcı olmaya çalışırdım. Zaman zaman annem bunu Furkan’a hatırlatır, “Ablanın sende emeği çoktur” derdi. Aile olarak anneler günü, babalar günü gibi kutlamalar yapma alışkanlığımız yoktur. Ama bir defasında Furkan anneler günü dolayısıyla anneme bir hediye almıştı. Onun hediyesini verdikten sonra bana gelerek, “Abla, sen de benim ikinci annem sayılırsın, bu da senin hediyen” diyerek benim için hazırladığı paketi vermişti.
Furkan oldukça temiz, tertipli ve düzenli bir çocuktu. Çekmeceleri ve gardırobu bir mağaza rafı düzeninde derli toplu olurdu. Kıyafetlerinin uyumlu olmasına özen gösterir, asla ütüsüz kıyafet giymezdi. Hatta namazdan dolayı diz izi olan pantolonlarını tekrar ütületmeden kullanmazdı. Her şeyinin temiz olmasına önem verirdi. Sade ama kaliteli ve şık giyinmeyi severdi.
Kış bitiminde Furkan kıyafetlerinin bir kısmını ihtiyaç sahiplerine vermek üzere ayırmıştı. Annesi, “Oğlum, bunlar daha çok yeni, gelecek yıl tekrar giyersin” dediğinde “Önemli olan yenileri vermek, sevdiklerini vermek değil mi” diye cevap vermişti.
Furkan 4-5 yaşlarında idi. Dedesi ile çarşıya, pazara, camiye gitmeyi çok severdi. Furkan’ı camide gören hacı amcalar onu çok severler ve takdir ederlerdi. Bir gün yatsı namazında cemaatten bir amca Furkan’ı takibe alır. Sıra vitir namazına gelmiştir. 3. rekatta hoca efendi “Allahu Ekber” deyince Furkan’ın şaşırıp rükuya gideceğini düşünür. Furkan’ın şaşırmayıp tekbir aldığını görünce daha fazla şaşkınlığını gizleyemez ve namaz sonrasında Furkan’la tanışmak için dedesinin yanına gelir, Furkan’ın namazını seyrettiğinden bahseder.
Aynı yıl bir Ramazan akşamı Furkan dedesi ile birlikte bu kez teravih namazına gider. Namazın sonunda Furkan sıkışıp altına kaçırır. Durumu fark eden babası, hemen caminin imamı İrfan Hoca’nın yanına giderek durumu anlatır ve biraz sonra annesi ile temizlemek için tekrar geleceğini söyler. İrfan Hoca durumu gayet olağan karşılar ve herhangi bir olumsuz söz söylemez. Furkan kendisine kızılmadığı için rahatlar. Bu samimi ve sevecen tavrından dolayı İrfan Hoca Furkan’ın gönlünü fetheder. Yıllar sonra Furkan, İrfan Hoca’nın tayininin şimdi oturduğumuz mahallenin çok yakınındaki bir camiye çıktığını öğrenir. Hemen ziyaretine gider ve yıllar önce olduğu gibi yine onun arkasında namaz kılar. Böyle vefakar bir çocuktu.
Boykot ürünleri ile ilgili hassasiyetimizi paylaştığımızda, bazı insanlar bunun Furkan’ın şehadeti sonrasında ortaya çıktığını zannediyorlar. Oysa Filistin, İsrail, boykot vb. konular bizim evimizin hep gündeminde olan konulardı. Furkan’ın laptopunda Gazze ile ilgili haberlerin, Filistin’de yaşanan dram ve katliamları anlatan fotoğrafların yer aldığı dosyalar vardı. Boykot edilecek firmaların bilgilerini toplar, çevremizdeki insanları uyarmaya çalışırdık. Furkan cipsi çok severdi. Ama o zamanlar boykot olmayan bir cips markası neredeyse hiç yoktu. Furkan da kendisine alternatif olarak patlamış mısırı seçmişti. Evimizde asla kola içilmezdi, halen de içilmez.
Furkan Amerikan uyruklu olduğu için, üniversiteye girişte yabancı uyruklu öğrencilerin katıldığı YÖS sınavına girmesi gerekiyordu. Ama bu sınav için Kayseri’de uygun bir dershane yoktu. Furkan bu yüzden birkaç haftada bir ders ve deneme sınavı için Ankara’ya gidiyordu. Mart ayıydı. Furkan eksik kalan sınav kitaplarını almak üzere yine Ankara’ya gidecekti. O hafta Muhsin Yazıcıoğlu suikastı olmuştu. Furkan haberi duyunca, Ankara’daki cenaze namazına katılmak istediğini söyleyerek babasından izin istedi ve yolculuğunu erkene aldı. Furkan cenazeye katılmadan önce çok sayıda test kitabı almış, ama kendisine yük olacağını düşünerek Kızılay’da simit alıp muhabbet ettiği simitçiye bırakmış, sonra gelir alırım demiş. Tanımadığın birine neden bıraktın diye sorduğumuzda, simitçiye güvendiğini söylemişti. Adam gibi adamları, mert insanları çok severdi. Kızdığı zamanlar “mert ol mert” derdi, bu lafını hâlâ kullanırız.
Furkan herhangi bir partiye üye değildi, herhangi bir STK ile de bir bağlantısı yoktu. Mavi Marmara gemisi ile olan yolculuğundan önce de İHH ile de herhangi bir çalışması olmamıştı. Muhsin Yazıcıoğlu’nun cenaze törenine katılmak istemesinin de bir siyasi boyutu yoktu. Bu tamamen mazlumun yanında olma ve karınca misali tarafını belli etme refleksiydi.
Furkan şehadetinden hemen önce yavaş yavaş kendi kitaplığını oluşturmaya başlamıştı. İlk olarak dünya klasiklerinden oluşan bir set almıştı. Genç Beyin dergisini çok sever ve her ay mutlaka alırdı. Dergiyi o kadar beğenmişti ki, ilk sayısından itibaren tüm seriyi sipariş etmişti. Gemiye giderken de beraberinde birkaç sayısını götürmüştü. Biz de hâlâ yeni sayılarını almaya devam ederek seriyi muhafaza etmeye çalışıyoruz.
En son okuduğu kitaplardan birisi İskender Pala’nın “İki Darbe Arasında” kitabı idi. Bir diğeri de Eyüp Akyüz’ün “Kayıp Ülke 18+” isimli kitap. Kitapta geneli şair ve yazar olan Türkiye’nin tanınmış simalarına sorulan “Şu an 18 yaşında olsanız ne yapardınız?” sorusunun cevapları yer alıyor. Furkan bu kitabı şehadetinden bir ay evvel almıştı. Bu kitabın zamanlaması Furkan’ın şehadetinden sonra çok manidar gelmiştir bizlere.
Furkan kitaplarını önemli gördüğü satırların altlarını çizerek ve yanlarına notlar alarak okurdu. Bilmediği kelimeler varsa onları bir kağıda not alır, daha sonra sözlükten bakarak hemen yanlarına anlamlarını yazardı.
2009 yılında Burç FM’de Osman Nuri Topbaş Hocamızın “Hüdayi’nin Ziyafet Sofrası’ndan” isimli kitabı tiyatroya uyarlanarak yayınlanmıştı. Her gün saatini kaçırmadan takip etmeye çalışırdık. Furkan hikayenin gidişatından etkilenmişti. Ama radyoda her gün ancak kısa bir bölümü yayınlanıyordu ve bitmesine daha çok zaman var gibi gözüküyordu. Furkan merakına daha fazla engel olamamış, hemen kitabı alarak bir çırpıda bitirmişti.
Bir dönem düzenli olarak “Akıl Oyunları” dergisi alırdı. Dergideki sudoku, karalama, mantık oyunları gibi birçok oyunu büyük bir dikkatle çözerdi. Derginin verdiği mekanik oyunları da yine çarpıcı bir el çabukluğu ile hallederdi. Televizyonda ise “Kelime Oyunu” ile “Bir Kelime Bir İşlem” programlarının müdavimi idi. Hatta bu programlara katılmayı düşünüyordu.
Satranca ciddi bir merakı vardı. Babası ile sıklıkla oynarlardı. Bir gün okuduğu bir kitapta “İmam Azam Ebu Hanife’ye göre vakit kaybı olduğu için satranç oynamak mekruhtur” ifadesini okuyunca satrancı bıraktı.
Lisede yatılı kaldığı dönemde Furkan kendisine bir mp3 almıştı. Takip ettiği bazı radyo programları vardı. Fırsat buldukça bunları dinlemeye çalışır, beğendiği şeyler olursa hemen radyodan kaydederdi. Bir gün evde ses kayıt cihazı lazım oldu. Furkan hafta sonu gelince ondan mp3’ünü isteriz diye düşündük. Gelince sorduk, “Bir arkadaşım çok beğenmişti. Ona hediye ettim.” dedi.
GENÇ'ın Yazısı.