Hasta olduktan sonra mecburen perhiz yapmak kimsenin hoşuna gitmiyor. En güzeli mecbur kalmadan isteyerek, severek yapmak. Kanımızdaki şeker sevdiğimiz yiyecekleri yememize engel değil, sadece ne yediğimizin ve ne kadar yediğimizin farkında olmamız ve irade göstermemiz gerekiyor.

Şeker, tansiyon, kolesterol, kalp… diye giden bir liste babaanne hastalıkları. Televizyonlardaki sağlık programlarının da tesiriyle, hepimizin hayatında hiç değilse akraba sohbetlerinde yeri olan konular bunlar. Gençler adına konuşacak olursak, sevdiklerimizin hayatında önemli bir yeri olmasına rağmen nasıl şeyler olduğunu anlayabilsek de gerçekten ne olduklarını çok da bilmiyoruz bu “hastalıkların.” Doğrusu bu yaşlı işi şeyler çok da ilgimizi çekmiyor.

Bu hastalıklardan muzdarip yakınlarını anlamak isteyenler ve daha da önemlisi bu hastalıkların sadece yaşlıları ilgilendirmediğini tahmin edebilenler buyrun, bu yazı dizisi sizler için. Şekerle başlıyoruz.

Bu şeker, bildiğimiz şeker mi?

Mevzu bahis “şeker” günlük hayatta kullandığımız şekerin, ekmeğin, baklagillerin... içinde yer alan glukoz. Peki şekeri bu kadar önemli yapan ne? Çünkü vücudun benzini şeker, yani glukoz. Yediğimiz besinler glukoza dönüştürülerek kan ile ihtiyaç olan yere taşınır. Açken kanımızdaki şeker oranı azalır, yemek yedikten sonra artar.

Vücudumuzda bu oranı belli bir aralıkta tutmaya çalışan hormonlar var. Bunların en önemlisi olan insülin etki ederek şekerin kandan gerekli olan yere girmesini sağlar. Böylece içerde yakılıp kullanılır.

Peki şeker neden zararlı olsun ki?

Her şeyin fazlası zarar prensibinden hareketle kanımızdaki şeker oranının fazla olmasının bize zarar vereceğini tahmin edebiliyorsunuzdur. Peki şeker neden zararlı olsun ki? Şöyle ki kanımızdaki şeker eğer itidal üzere seyretmezse damarda dolaşırken damar duvarı, böbrekten süzülürken böbrek birimleri, hislerimizi taşıyan sinirler ve gözümüzdeki ince damarlar başta olmak üzere birçok yeri yıpratıyor. Kandan bahsediyoruz, yani vücudumuzdaki her yere girip çıkan bir sıvı.

Diyabet damarlarda ciddi bozulmalara sebep olduğundan kalp krizi ve inme geçirme riskini 5 kata kadar arttırabiliyor. Hastaların yarısında derece derece hissizlikler gelişiyor, o kadar ki kalp krizi geçirirken ağrı hissedilmeyebiliyor. İdrar kaçırma gibi şikayetler olabiliyor. Diyaliz ünitelerinde tedavi gören hastaların yarısı diyabetli. Kontrol altında tutulmadığında komaya ve ölümlerle sonuçlanabiliyor.

Tedavide perhiz, egzersiz ve bazı ilaçlarla kan şekeri kontrolü sağlanmaya çalışılır, gerekirse yapay insülin ile desteklenir. İnsülinin tedavüle girmesinden önce tip 1 diyabetlilerin tamamı komaya girerek hayatlarını kaybetmekteyken insülin kullanımı ile bu oran günümüzde elhamdülillah %1’e düşmüş durumda.

Neden oluyor bu diyabet?

Tip 1 Diyabet’in temel sebebi genetik yatkınlık üzerine pankreastaki hücrelerin yıkılmasıdır ve vücut kendi üretemediğinden insülini dışardan almak gerekir. Diyabetlilerin %90’ını oluşturan Tip 2 Diyabet içinse şişmanlık ve hareketsizlik en önemli sebepler.

Eskiden Tip 1 Diyabet daha ziyade genç yaşta, Tip 2 Diyabet ise ileri yaşta görülmekte iken, günümüzde çocukluktan başlayan obezitenin artmasıyla birlikte her iki diyabet de nerdeyse %50 oranında gençlerde görülüyor. Kültürle değişen beslenme tarzımız sebebiyle şekerin artık yaşlı hastalığı olmadığını söyleyebiliriz.

Ben gencim daha deme!

Kan şekerinin diyabet denilecek seviyede olmamakla beraber yüksek seyrettiği diyabet öncesi ya da “gizli şeker” denilen bir dönem var. Bu aşamada bile kalp damar hastalıklarının riski ciddi bir miktarda artıyor. Ama kişinin yapacağı hayat tarzı düzenlemesiyle, doktor takibinde, diyabet uzun yıllar ötelenebiliyor. Tip 2 Diyabet ne kadar ileri yaşta başlarsa o kadar iyi.

Bir misal vermek gerekirse, gizli şeker döneminde günde 30 dakika yürüyüş ve %5 kilo kaybı bile şeker hastalığı riskini %56 oranında engelleyebilmekte.

Terbiye edilmesi gereken en önemli şey yemek alışkanlıklarımız. Diyabet tanısı almış biriyseniz bunun sizi üzmesine hiç gerek yok. Diyabet olabilir miyim endişesinin sizi huzursuz etmesine de... Bu kontrol edilebilir bir durum ve biz (her ne kadar öyle bir zamanda yaşasak da) yemek/tüketmek merkezli bir hayat anlayışındaki insanlar değiliz.

Hasta olduktan sonra mecburen perhiz yapmak kimsenin hoşuna gitmiyor. En güzeli mecbur kalmadan isteyerek severek yapmak. Kanımızdaki şeker, sevdiğimiz yiyecekleri yememize engel değil, sadece ne yediğimizin ve ne kadar yediğimizin farkında olmamız ve irade göstermemiz gerekiyor. Diyabete yatkın genlerle doğmuş olabilirsiniz, bunda kafaya takacak bir şey yok. Kafaya takacak şey şu: düzgün yaşamak. “İnsan şairane oturur yeryüzünde.”

Şeker konusunda şimdiye kadar bir irade göstermemişseniz bir tavsiye, tatlı bir şey yerken çaya şeker atmayarak başlayabilirsiniz.

“Şekerim Var” Ne Demek?

Yapılan bir ya da birkaç kan tahlili üzerine tespit edilen, kandaki şeker oranıyla ilgili bir hastalığa (genellikle yüksek olmasını) işaret eder. Hastalığımızın tıpçası diyabet. Pankreasın insülin üretememesi (eğer böyleyse Tip 1 Diyabet oluyor adı) ve üretilmiş insülinin etkinliğinin azalması (Tip 2 Diyabet) gibi sebepler dolayısıyla kan şekerimiz düşürülememesidir.

Şeker hastası olanlarda da olmayanlarda da mekanizma aynıdır. Hasta olanlarda bu şeker dengesi bozulmuştur ama bu mekanizmanın güvenliğinin sağlanması hepimizi ilgilendiriyor. SGK verilerine göre Türkiye’de 2008-2012 arasında diyabetli hasta sayısı 2,5 milyon kişiden 5,2 milyon kişiye ulaşmış. Dünya Sağlık Örgütü Türkiye’de 2025’te gerçekleşmesi beklenen diyabetli oranına daha 2010’da ulaşıldığını söylüyor.


Hüseyin Küçükali'ın Yazısı.