Köstebeğin İzinden
Ne çekici ne de tarağı olan bir heykeltıraştı. Yontmak için suyu, törpülemek için rüzgârı kullandı. Binlerce ada denizden yükseldiğinde okyanusla kıyı arasında geçilmez bir duvar oluştu. İnsanoğlu tırmanamadı dik yamaçlara. Gemiler yolunu kaybettiğinde aralandı sis.
Halong körfezinde dolaşıp doğanın sesini duymamak, onun puslu rüyalarında gezinmemek imkânsızdı. Birkaç kartaldan başka hiçbir canlı yoktu, yalnızdı sarp kayalar. Hanoi’den ayrılan yolcu gemileri yelkenlerini açtığında su yüzeyine çıkmış ejderhalara benzediler. Zamanın dışından gelmiş bir gölge gibi derin sularda seyrettiler. Sis bastırdığında yüzen balıkçı köyünü ziyaret edemesem de dağların içine oyulmuş mağaralara tırmanıp her sarkıt ve dikiti bir hayvana benzettim. Kayaların arasına sıkışmış lagünde bambu kayıkla gezerken beyaz başlı maymunları muzla besledim. İskelede Hint cevizi sütü içip kabuğuna sıkı sıkı tutunan yumuşak meyvesini yerken bir yandan da küçük kayıkta, yaşlı bir köylünün közlediği şeker patateslerden, yamru yumru beyaz mısırdan ve daha önceden tatmadığım bir meyve kim bilir belki de sebzeden alarak döndüm gemiye. Güneş bütün gün saklansa da gece mehtabındı. Adaların karanlık gölgesi denize düştüğünde güvertede kahvemi yudumlayarak bitirdim günü. Yeni bir sabaha balıklar bile uyanmadan, Hanoi’li rehberimizle muhabbet ederek başladım. İnternetin devlet tarafından engellenmesini yadırgamayan genç kız görücü usulüyle evliliğe inanıyor, aileye itaat, cenazeye hürmet, bilgelik, saygı gibi eski geleneklerden özlemle bahsediyordu. Bozulmamıştı Vietnam, yüz elli yıl hüküm süren Fransızların aç gözlülüğü onları birbirine kenetlemiş, geleneklerine bağlamıştı. Ho Chı Minh’le gelen komünizm Hristiyanlığı da dışladı. Ne bir polis ne de bir devlet çalışanı asla başka dinden bir eş seçemedi. Çok çalışmaları için kol saati takmaları yasaklandığında zamanı unuttular.
Bin yıllık yaşlı bir başkent Hanoi. Bu şehre gelen her tur Ho chi Minh’in mozolesini ziyaret etmek zorunda. Ölüme hürmet beyaz üniformalı denizciler koruyor mumyalanmış bedeni. İçerisi buz gibi soğuk. Sessizlik yorucu. Kitaplar ve Vietnamlılar ne derse desin camekânda yatan kesinlikle mumdan yapılmış bir beden, hayatı son bulmuş bir mumya olamayacak kadar diri parmakları, tırnakları pembe pembe, yanakları sönmemiş.
Tek Sütunlu Pagoda’da erkek çocuk, Edebiyat Tapınağı’nda bilgelik dileyenlerin tütsüleri yanıyor. Sunulan lotuslar açmış. Meyveler tozlu. Kutsal Tapınakta bağdaşını kurmuş Buda’nın yerinde Konfüçyüs oturuyor. Tevazudan uzak baştan aşağı kırmızı ve altınla kaplı. Anka kuşları koruyor onu. Etnoloji Müzesi Vietnam’da yaşayan Müslüman’ından Budist’ine elli dört etnik grubun yaşamlarını gözler önüne seriyor. Bahçesindeki ölüm kulübesi, tırmanılması zor dağ evleri, bereket simgeleriyle süslü kadınlara ayrılmış merdiven ve hemen yanında yükselen sade ve yalın erkekler için olanı eski hayatın izlerini taşıyor.
Çok değil elli yıl önce ülkenin her tarafında tüneller kazılıp, çiftçiler dövüşmeyi öğrenirken, küçük, izbe yıkıntılarda toplanan zehirli otlar, yılan salyaları, oklara, bıçaklara sürülerek, vatanlarını kurtarmak için işgalcilerin bombalarına, kurşunlarına, bilgi ve zalimliklerine karşı koyabilecek bir halk ordusu hazırlanıyordu. Gururluydular. Bin yıllık Çin ve yüz elli yıllık Fransız sömürgesinden kurtuldukları gibi Amerikan işgaline karşı birleştiler. Yer altında saklandılar. Amerikan köpekleri kokularını almasın diye havalandırma borularında acı biber yakıp köpekleri koku alamaz hale getirdiler. Komünizmden korkan Süper Güç küçük bir ülkenin bataklığına saplandı.
Bahçedeki toplar boyun eğip namlularını toprağa saplasa, yüzlerce insanı bir anda yok eden makinalı tüfekler helikopterlerin içinde paslansa da, Vietnam Savaş Müzesi hâlâ ağlıyordu. Öğretmenleri savaşı anlatırken sıra sıra oturdu küçük öğrenciler. Eski Başkanlık Sarayı’nı gezerken attıkları kahkahalar, tartışmalar duyulmaz olmuştu. Silah, fotoğraf ve yazıların sıralandığı duvarlar hüzünlü. Büyük bir resmin altında “Amerikan işgalinden kaçarken ölen kadınlar” yazıyordu. Beş yaşlarında çocuk cesetleri, üst üste atılmış belden aşağısı çıplak vücutlar, kanlı küçük kalçalar. Kimse resmin altına gerçeği yazamadı. Üç milyon kişinin öldüğü, yaklaşık bir milyonun kaybolduğu Vietnam’da Amerika sadece elli dokuz bin askerini kaybetti. Hollywood onların anısına pek çok film üretti ama kimse gencecik askerleri okullarından, sevgililerinden, ülkelerinden ayırıp, masum köylülere eziyet eden canavarlara dönüştürenin kim olduğunu açıklamadı.
Cu Chi yer altı tünellerini gezerken poligonda silahlar patlıyordu. Nemli hava boğazıma yapıştı ve ben gün ışığına kavuşmak için hızla geri çıktım. Değil günlerce yaşamak, içinden geçmek bile zordu. Kuru yapraklar arasına saklanan tuzaklar ve gerilla taktikleri tek silahlarıydı. Araba lastiğinden ayakkabı ürettiler. Atılan bombaların kovanını eritip kullandılar. Çocuklar ağlamamak için parmaklarını emdi, anneler bebeklerinin ağzına kuru göğüslerini dayadı. Ülkelerine kavuşmak için çok kayıp verdiler.
Hande Berra'ın Yazısı.