İki acı hadise, iki ibretlik hatıra...

Hâfız Ahmet Sağlam hocam’dan, dinlemiştim:

“-Bir cenazemiz var; defninde Yâsin-i Şerif okumaya müsait misiniz?” diye rica ettiler, araçla alınma durumunu sordum,

“-Hayhay...” dediler.

Araca bindiğimde ben, şoförün yanında oturuyordum. İlk izlenimime göre arkada iki bayan vardı. Ortamda tabii bir sessizlik hâkimdi. Kısa bir hâlleşmeden sonra şoför koltuğundaki abiye sordum:

“-Cenazemiz, bir çocukmuş herhalde değil mi?”

“-Evet, 7 yaşında, erkek, ailenin tek çocuğuydu. Arkamda oturan annesidir.”

Aldığım bu cevap benim arkaya dönüp o yüreği yaralı anneye baş sağlığı dilememi gerektirdi ve öyle yaptım:

“-Başınız sağ olsun hanım abla. Allah sabır versin.”

Ancak evlâdını kaybetmiş bir annenin kaybedeceği renk kadar canlılığını yitirmiş, ama hâlen tavır ve bakışlarıyla güçlü durmaya çalışan bu kadıncağız, konuşurken beklediğim o ağlamaklı sesi dahî çıkarmayarak, büyük bir metânetle:

“-Sağ olun hocam, sağ olun, Allah râzı olsun.” deyiverdi.

Şaşırdım doğrusu. Evlâdını kaybetmiş bir anneden, velev ki o evlat bu yaşına kadar her gün ölmesi beklenecek kadar ağır bir hasta olsa bile, inilti dolu ağlayışlar beklerdim doğrusu.

“-Maşallah hanım abla, çok metanetlisiniz. Hasta mıydı oğlunuz?’’ dedim.

“-Hayır, hiçbir şeyi yoktu. Sokakta, evin önünde oynarken, nasılsa, birden bir çığlık geliyor içinden, sıçrayıp, beyninin üstüne çakılıyor asfalta... Orada can veriyor...”

Dehşete kapılmıştım. Bugün burada, bu arabada, yaşadıklarım alışılmış şeyler değildi.

“-Aman yâ Rabbi...” dedim. Ve hemen ekledim:

“-Hanım abla, elbette üzgünsünüz ama bu hâliniz gerçekten etkiledi beni. Sabrınız diri, yüce maşallah.” dedim.

Hislerimi çözmekte hiç de zorlanmayan bu hanımefendi, bana şu cevabı verdi:

“-Neye ağlayayım hocam? İsyan mı edeyim? Ben Rabb’imden 25 seneye yakın çocuk istedim; olmadı, vermedi... Eşimle başvurmadığımız çâre kalmadı. Sonra ellimizden sonra bu yavrucağı verdi Allah bize... Sonra o her şeyi elinde bulunduran Rabb’im, benim gibi bir kuluna tam 7 sene anneliği tattırdı... Hiç çocuğum olmayacak diye bir hayata kendimi alıştırmaya çalışırken, tam 7 sene yine O’nun yarattığı bir kul ‘anne’ dedi bana; ben de ona ‘oğlum, yavrum’ dedim... Neye ağlayayım, neye inleyeyim? O ki, “hayırdır, neye ağlıyorsun?” deyivermez mi? Bana çok duâ edin hocam, işim çok zorda...”

“-?!?!...”

Bu cümleleri dilinden dökerken bile ağladığını duymadığım bu anne, anneliğe bakışımda önemli değişiklikler yapmayı birkaç dakika içerisinde, nasıl da başarmıştı...

***

Şimdi yazacaklarımı da Ali Aroğlu ağabeyimden dinledim; hem de tâzecik: Irak Erbil’de, yol kenarına park ettiği aracından inen bir baba, karşıdan karşıya geçerek, hemen yolun diğer tarafındaki camiye namaz kılmaya gider. Çok kısa bir süre sonra, arkasından, 6 yaşındaki oğlu; “ben de namaz kılacağım” diye birden kendi kendine karşıya geçmek için yola atılır. Ancak, işlek ve araçların çok da yavaş gitmediği bu yolda o yavrucak bir aracın altında kalarak can verir.

Kısa zamanda hastane, emniyet, resmiyet işleri nihayete erdirilir ve yakışıklı günahsızı toprağın bağrına emânet ederler. Bölgedeki âdet gereği, üç gün boyunca cenaze evinde tâziyeler kabul edilir. Kur’ân tilâvetleri, ikramlar, misafirler, evi doldurup taşırır.

Üçüncü günün sonunda, artık tâziye programları sona erince, vefât eden çocuğun anne-babası, arabasıyla çocuklarına çarpan, ve kendilerini bu süreçte asla yalnız bırakmayan şahsın evine bir ziyarette bulunurlar. Hâl hatır ikramdan sonra, ölen çocuğun anne-babası, bir yandan gözyaşlarına hâkim olamayarak, ziyaretinde bulundukları o kendileri kadar üzgün şahsa şöyle söylerler:

“-Biz buraya, size teşekkür etmeye geldik. Zîra bizim yavrumuz, namaz şehîdi oldu, buna da siz vesîle oldunuz.”


Halit Yasir Özoğul'ın Yazısı.