Mayıs 2014 Yazı Atölyesine Gelen En İyi Yazı

Yazı Hakkında Metin Karabaşoğlu`nun Yorumu: Modern zamanlara, bilhassa yerleşik iş anlayışının insanı nasıl kendisine karşı bile yabancılaştırdığına dair hoş bir öykü kaleme almışsın. Anlatımını hayli başarılı buldum. ‘Ayın yazısı’ olmaya layık bir yazı olarak gördüm yazını. Gayretle, sabırla devam...

Sevde Gül Köseoğlu

Sabah uyanır uyanmaz ilk yaptığı iş aynaya koşmak oldu. Rüyasında bambaşka biri gibi hissetmişti kendini; biraz dağınık, rahat ve aslında tam da olmak istediği gibi. Aynanın karşısına geçtiğinde her sabahki haliyle karşılaştı. Saçları darmadağınık, sakalları hafif uzamış, gözlerinin altı morarmıştı. Hemen güzelce yıkadı yüzünü. Dağınık saçlarının çoğunu sağa yatırıp kalanını da sola yatırdı. Liseye başladığından beri hep böyle düzeltirdi saçlarını. Yaklaşık on beş yıldır hiç değişmemişti bu alışkanlığı. Sonra gözlerinin altındaki morluklara yöneldi. İyice yaklaştı aynaya, daha yakından yüzleşti morluklarıyla. Kendisine bir başkasına acır gibi acıdı o an. Gecelere kadar çalışıyordu. Üstüne bir de müşteriye iyi görünün diyordu patronu. Bu morluklarla mı? Ama denileni yapmak zorundaydı. Duvara monteli banyo dolabını açtı ve mağazadan utana sıkıla aldığı kapatıcıya benzer bir krem çıkardı. Güzelce yedirdi morluklarına. Aynanın karşısından ayrılmak için can atıyordu. Çünkü ne zaman aynaya baksa iyi hissetmiyordu kendini.

Hemen giyinme odasına yöneldi. Pijamalarını çıkarıp beyaz gömleğiyle lacivert takımını geçirdi üzerine. Ya siyah takımı ya da lacivert takımını giyerdi zaten ama kravat konusunda her sabah kararsız kalırdı. Bir ona bir buna baktıktan sonra bordo olanı seçti ve aynanın karşısına bile geçmeden birkaç saniyede yerleştirdi boynuna. Evde kahvaltılık bir şey kalmadığını bildiğinden aşağıdaki fırından bir şeyler alıp açlığını yatıştırmaya karar verdi. İş çantasını alıp son kez nasıl göründüğüne bakmak üzere dış kapının yanındaki boy aynasına yöneldi. Önce ayakkabılarından başladı denetime. Yavaş yavaş pantolonunun ütü çizgisini kontrol ederek yukarı doğru kaydı gözleri. Gömleği de bembeyazdı ve kolalı. Sıra tam yüzüne geldiğinde öylece kalakaldı. Fakat bu nasıl olurdu. On yıldır işe gidiyordu bir kere bile sakallarını kesmeyi unutmamıştı. Hemen duvardaki saate çevirdi gözlerini. O da ne saat dokuz olmuştu. Ama bu imkansızdı yıllardır öyle alışmıştı ki bedeni, saatini kurumuyordu bile. Altıda açıyordu gözlerini. Koşar adımlarla banyoya yönelirken patrona bu durumu nasıl açıklayacağını kuruyordu kafasında.

Tıraş makinesini almış tam sakallarına vuracaktı ki makineyi kapatıp dikkatlice baktı yüzüne. ‘‘Yakışıyormuş bana be’’ dedi sakallarını okşayarak, aynada sanki başkası varmış da ona iltifat eder gibi hissetti. Sonra saçlarına gitti elleri. Kalktığında sağa sola yatırdığı saçlarını iki eliyle darmadağınık yaptı. Doğru giyinme odasına koştu. Çıkardı bordo kravatını, lacivert takımını. Çok beğenip de aldığı ama sürekli iş yerinde olduğu için giymeye neredeyse hiç fırsat bulamadığı kot pantolonunu geçirdi ayağına, üstüne de yıllar öncesinden kalma siyah tişörtünü. İki yıldır ayağına geçirmediği spor ayakkabılarını da giyindi. Hemen boy aynasına koştu. Bu sefer başından süzmeye başladı kendini. Dokunduğu her noktada biraz daha ışıldıyordu gözleri, biraz daha buluyordu kendini. Sokağa çıktı hemen. Nefesinin yettiği yere kadar koşmaya başladı. Biraz sonra sahilde buldu kendini. Gözlerini kapatıp derin derin derin çekti deniz kokusunu ciğerlerine. Birden açtı gözlerini ve hayatının en büyük şaşkınlığını yaşadı. Yatağındaydı. Hemen yanındaki saate baktı sabah altıyı gösteriyordu. Banyodaki aynaya ulaştı. Saçları her sabahki gibi darmadağınıktı, sakalları ve morlukları da olduğu gibi duruyordu. Aslında her uyandığında kendi gibi olduğunu fark etti. Gülümsedi aynadaki yansımasına. Sonra kendisine ve hayatına şekil veren insanlara küfredip saçlarının çoğunu sağa yatırdı kalanını da sola…


Metin Karabaşoğlu'ın Yazısı.