İbn Haldun`un Günümüzdeki Yüzü: Ahmet Davutoğlu
Tarihine, kültürüne, felsefesine geri dönüş için somut çalışmalar yapmış, sürdürülebilir politikalar geliştirmiş olmak; hem geçmişi tahlilin derinliğini hem de geleceğe yön vermenin parametrelerini oluşturacaktır.
Ahmet Davutoğlu’nun bilgi birikimi, entelektüel derinliği, stratejik düşünme kabiliyeti gibi yönleri, pek çok yazı ve araştırmaya konu oldu. Biz de bu köşemizde, “İlim ve Siyaset Arasında Ahmet Davutoğlu” başlığıyla bundan üç dört yıl önce bir yazı kaleme almış, orada gönlümüzün onun tekrar ilim mahfillerine dönmesini arzu ettiğini ve yarım bıraktığı projesini tamamlamasını sabırsızlıkla beklediğimizi dile getirmiştik. Neydi o proje hatırlayalım.
Derin birikimi ve güçlü muhakemesiyle, Türkiye’nin kendi coğrafyasındaki, jeopolitik, sosyo-kültürel konumunu, geçmiş ve gelecekteki rolünün önemini ortaya koyduğu Stratejik Derinlik adlı eserini artık dünya biliyor.
Davutoğlu, bu eserin ikinci ve üçüncü kitapları olarak Tarihî Derinlik ve Felsefî Derinlik’i tasarlamış, kitaplarda bu toprakların tarih ve felsefesinin, ilim ve düşüncesinin felsefesini yapmayı hedeflemiştir. Zira Türkiye’nin jeopolitik konumu kadar, Türkiye insanının tarih bilinci, düşünce derinliği de bölgesinde önem arz etmektedir. Yani İslam coğrafyasının yeniden dirilişi için, jeopolitik konum kadar ilmî ve fikrî birikim de önemlidir. Bunlar birbirini bütünleyen noktalardır. Tek başına ekonomik ve siyasi gelişmişlik yeterli değildir. Bir o kadar ilim ve tefekkürde ilerlemek önemlidir. İşte bunun farkında olan Davutoğlu, serinin ikinci ve üçüncü kitaplarında bu meseleleri tahlil edecek ve ilim ve düşünce dünyamızın önünde yeni ufuklar açacaktı.
Bu noktada Ahmet Davutoğlu ismi önemliydi. Zira derinlikli bir tarih ve düşünce perspektifi ortaya koyabilmek için öncelikle ayağınızı İstanbul’a, bir dönem tarih, ilim ve düşüncenin kalbinin attığı yere basmanız gerekiyordu. Bir başka deyişle İstanbul ufku gerekliydi. İkinci olarak derinlikli bir tarih ve felsefe tahlili için, o tarih ve düşüncenin ortaya konduğu dili (Arapça) ve dinamikleri iyi bilmek, üçüncüsü de tepeden bir bakışın değil, içeriden bir bakışın sahibi olmak gerekliydi. Yani son yüzyılın ilmî ve fikrî savruluşlarını yaşamış bu ümmetin tarihî ve fikrî akışı içinde harmanlanmış bir müntesibi olmak gerekliydi. Bu bakımdan onun ismi vazgeçilmez bir yere sahipti.
O yazımızda da ifade ettiğimiz gibi, “göklerden gelen karar” onu bir kez daha siyasetin içine çekti. Kuşkusuz bu, ülkemiz için, ümmet için, insanlık için büyük bir kazançtır. Siyaset ve yönetim, bir ilim adamının bakışıyla çok farklı bir renge bürünecektir. Ancak bütün bu koşturma içinde Davutoğlu’nun bir gün o kitapları yazabilme umuduyla yaşayacağı da muhakkaktır.
Bugün için o eserlerin telifi uzun bir dönem daha ertelenmiş görünüyor. Mevcut siyasi konjonktürde, Ahmet Davutoğlu’nun yaklaşık dokuz yıl gibi bir süre başbakanlığı söz konusu. (Allah ömrüne bereket, vücuduna sağlık, afiyet versin!) Recep Tayyip Erdoğan’ın iki dönem cumhurbaşkanlığından sonra, Davutoğlu için Yeni Türkiye’nin ikinci cumhurbaşkanlığı gündeme gelecektir. Bu da yaklaşık yirmi yıl demek. Öte yandan Başkanlık sistemine geçilmesi mümkün olursa, Recep Tayyip Erdoğan’ın ardından yine başkanlığı gündeme gelecektir. Bu da hemen aynı süreye karşılık gelmektedir.
Elbette Ahmet Davutoğlu’nun bu süre zarfında, var olan bilgi birikimine ekleyeceği siyasî tecrübeleri, söz konusu eserlerini yazma fırsatı bulduğunda fevkalade bir avantaja dönüşecektir. Kırkında bir Davutoğlu’nun bakışıyla, yetmişinde bir Davutoğlu’nun tarihe, düşünceye, siyasete, Türkiye’nin, İslam ümmetinin konumuna bakışı tabii ki farklı olacaktır. Belki de daha önemlisi, tarihine, kültürüne, felsefesine geri dönüş için somut çalışmalar yapmış, sürdürülebilir politikalar geliştirmiş olmak; hem geçmişi tahlilin derinliğini hem de geleceğe yön vermenin parametrelerini oluşturacaktır. Belki de o kitaplar fiilen yazılacak, daha satırlara dökülmeden, sadırdan hayata yol bulacaktır.
Bu bakımdan Davutoğlu’nun fikrî hayatında son derece müessir olduğunu zannettiğim İbn Haldun’la bir kader birliği vardır. İbn Haldun da Davutoğlu gibi bir ilim adamıdır. Kişiliği bilgi ve düşünce hamuruyla yoğrulmuştur. Ancak 14. yüzyılın çalkantılı siyasi atmosferi onu kaçınılmaz olarak siyasetin içine çekmiş, ömrü boyunca da bir biçimde siyasetle içli dışlı olmak durumunda kalmıştır. Ömrü çıkışlı ve inişlidir. İkbal dönemleri olmuş, çeşitli idarecilerin yönetiminde bulunmuş, siyasetlerine yön vermiş, vezirlik, hâciplik gibi görevlerle devletlerin zirvesinde bulunmuştur. Ne var ki bu yükseliş dönemlerini hep hapisler, sürgünler takip etmiştir. Gün gelmiş saraylarda, gün gelmiş bedevî kabileler arasında yaşamıştır. Bir yandan devlet yönetirken, bir yandan da ilmî hayatını sürdürmüştür.
Bu çalkantılı hayat, İbn Haldun’a çağdaşı âlimlerden oldukça farklı bir özellik kazandırmıştır. O da müşahede yeteneği ve siyasi tecrübeleridir. Bu özellik sayesinde o, iktidar, ekonomi, toplumsal yapı arasındaki ilişkilerin dayandığı yasalar; toplumların iniş ve çıkışlarında etkin olan temel parametreleri tespit edebilmiştir. İşte Kitâbü’l-İber’ine yazdığı ve kitabın kendinden daha çok meşhur olan Mukaddime’si bu temel yasaları ele alır. Kuşkusuz böyle bir eser ancak böyle dolu dolu bir hayatın ardından yazılabilirdi.
İbn Haldun’un Mukaddime’sini okuyanlar, onun yönetim, tarih, ilim ve düşünce felsefesi yaptığını görürler. Bunlar Davutoğlu’nun da “Derinlik Serisi”nin konularını oluşturur. Demek ki yeni bir Mukaddime için, serinin tamamlanması gereklidir. Bu Mukaddime tamamlandığında Yeni Türkiye’nin, yeniden güçlü bir dönemin mukaddimesi olacaktır. Sadece siyaseten değil, ilmî ve fikrî olarak da son derece güçlenmiş bir yeni medeniyetin mukaddimesi…
Mesut Kaya'ın Yazısı.